19. Bölüm: 'Bağ'

648 53 108
                                    



🐚

Kahve makinasının tiz çığlığı kulağımda çınladığında güçlükle açık tuttuğum gözlerimi makineye çevirip kapatma tuşuna bastım. Ne zamandan beri ayakta durmakta bu kadar zorlanıyordum? Bilmiyorum. Yer yer titreyen bacaklarımı yok saymaya çalışarak makinenin üstünde demlenen kahveyi aldım, kokuyu içime çektikten sonra fincana yöneldim.

Kahve kokusu.

Artık bana cazip gelmiyordu. Yakın zamanda soluduğum bir kahve kokusu, zihnimin koku hafızasında barındırdığım bütün kahve kokularını bana unutturmuştu.

Bu düşünce sertçe yutkunmama neden oldu.
Kahve kokusu. Nasıl bir insanın tenine bürünebilirdi? Nasıl bir insanın teniyle bütünleşebilirdi? Bu ilk başta bana imkânsız gibi gelmişti ta ki Demir ile tanışana kadar. Onun bronz teni buram buram kahve kokuyordu.

İmkânsızdı, öyle değil mi?

Sanırım Demir'i bir kelimeyle eşleştirsem bu kelimeyle eşleştirirdim. İmkânsız. Başlı başına her şeyinden imkânsızlık akıyordu o adamın. Teninden ve kokusundan bile.

Ağrıyan başımı iki yana sallayıp düşüncelerimden sıyrıldım. Düşünmek bana iyi gelmiyordu. İçine kahve doldurduğum yeşil kupayı, poğaça dolu tabağın yanına koyarak tepsiyle birlikte müşterinin yanına gittim ve siparişleri masaya bıraktım. "Afiyet olsun." Kadın bana ithafen kafasını sallayıp telefonuna geri döndüğünde tezgaha ilerledim.

Elimdeki tepsiyi köşeye bıraktığımda tezgahın arkasında fırınla uğraşan Mustafa amcanın gözleri çıkardığım sesten dolayı beni bulmuştu. "Nevra?"

"Efendim?" Sanırım sabahtan itibaren ilk diyaloğumuz bu oluyordu. Dükkan açıldığından beri yani yaklaşık beş saattir benimle konuşmaya çalışsada dikkatimi başka yerlere verdiğim için ona cevap vermiyor, müşterilerle ilgileniyordum. Dürüst olmam gerekirse dikkatimi başka yere vererek onun sorularından kaçmaya çalışıyordum. Kafam yeterince doluyken Mustafa amcanın soracağı kritik(?) sorulara yanıt vermem pek doğru olmazdı. Çünkü vereceğim en saçma cevap onun endişelenmesine neden olabilirdi. Onun gibi iyi kalpli bir insanın benim yüzümden endişelenmesini istemiyordum.

"Sen iyi misin kızım?"

Zonklayan şakaklarıma parmaklarımla masaj yapmaktan son anda vazgeçerek "İyiyim." diye fısıldadım. İyi olduğum falan yoktu.

"Emin misin?"

"Evet, Mustafa amca. Her şey yolunda." İçime çöken ve çöktüğü yerden kalkmamak için ahtapot misali bütün kollarını bana saran yorgunluğun buruk tadını damağımda hissederken dudaklarımı birbirine bastırdım. Sabah kalktığımda ateşim yoktu. Demir'de yoktu. Dün ne olduğu hakkında hiçbir fikrimde yoktu. Hatırladığım tek şey yatakta tir tir titrediğim gerçeğiydi. Tabii bir de Demir'in söylediklerini ve benimle ilgilenerek ateşimi düşürdüğünü yarım yamalak hatırlıyordum. Bunun dışında hafızamda koca bir boşluk vardı.

Tamamlayamadığım ve tamamlamaya çekindiğim koca bir boşluk.

"İyi gözükmüyorsun, kızım." Beni endişeli gözlerle süzdü. "Rengin benzin atmış senin."

"Yok, Mustafa amca." Yutkundum. "İyiyim ben."

"Emin misin? Rengin bembeyaz, evladım. İstersen seni bir doktora götürey..."

"Yok yok. İyiyim ben. Hasta değilim." Kafamı oynatmadan sadece gözlerimi kaldırarak Mustafa amcaya baktım. Söyleyebilecek birçok şey vardı ama hiçbirini söyleyebilecek hali kendimde bulamıyordum. Evet, ateşim şu anda yoktu. Hasta sayılmazdım. Sadece kendimi çok halsiz hissediyordum ve bu bile moodumu düşürmeye yetiyordu.

Kör NoktaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin