18.Bölüm: 'Yıkık Duvarlar'

587 56 47
                                    


Yazım yanlışları sonradan düzeltilecektir.

Multiamedia; Nevra Kortepe.

🍀

Yeni bir sabaha, binlerce soru işareti ve nevrotik bir baş ağrısıyla uyandım.

Yine.

Yeni.

Yeniden.

Gözlerimi başımın katlanılmaz ağrısıyla birkaç saniyeliğine yumdum. Şakaklarımda dolanan sinsi sızı dişlerimi gıcırdatmama neden olurken sertçe yutkundum. Yanımda bir ağrı kesici yoktu ve bu, hayattaki şansımın ne kadar muazzam olduğunun bir başka göstergesiydi.

Siktiğimi şansı.

Yumduğum gözlerimi açtığımda, aynada önüme düşen o bitkin yüzün üstünde taşıdığı iki çift ela rengi göz, kızıl bir kıvam kazanarak dikkat ateşini harelerinde fokurdatmaya başlamıştı. Dün akşam olanların esiri olmayacak kadar dikkatli, şüpheli hislerin kurbanı olamayacak kadar da ruhsuzdum.

Bunu bilmek bile yeterliydi.

Bulunduğum küçük dairenin daracık koridoru bir mutfaktan daha kısa bir alana sahipti. Günışığının simsiyah perdeleri aralayarak bulunduğum odaya süzülmesini ve koridoru aydınlatmasını izlerken, çıplak ayaklarımın topukları kızarmıştı. Zemin soğuktu. Soğuk bir kış ayında olmamıza rağmen kombi yanmıyordu.

Altımda topuklarıma değen gri bir eşofman, üstümde ise sadece bir sutyen vardı. Dün gece gram uyku uyumamıştım. Mor halkaların esir düştüğü gözaltılarıma, ahşap işlemelere sahip boy aynasından bir bakış atarak yüzümdeki yaraları süzdüm. Mustafa amcanın söylediği yerden kremi almıştım. O kremi sürdüğümden midir bilinmez ama yüzümdeki yaralar daha iyi gözüküyordu. Hâlâ belirgin olsalar da kızarıklıkları dinmişti.

Aynadan çekilerek normal bir banyonun 4/1'i kadar bile olmayan banyoya girdiğimde, üstümdeki tüm fazlalıklardan kurtulmuş, sıcaktan nasibini almamış buz gibi suyla vücudumu titreten bir duş almıştım. Tenimi yakan, derimi mosmor eden soğuk su bir süre sonra tokat görevi görmekten vazgeçiyor, beni kendine bağlıyordu.

Bağlıyordu. Bağlanmak. Ben bir şeylere bağlanabilir miydim ki?

Bağlanmanın canı cehennemeydi.

Banyodan çıkıp ağır adımlarla kapısı aralık duran odaya geri girdim. Tek kişilik bir yatak, ahşap işlemeli bir boy aynası ve yine ahşaptan yapılma bir gardırop haricinde bulunduğum oda tamamiyle bomboştu. Bir halıya bile sahip değildim. Ama olsun yine de dışarıda kalmaktan ya da dedeme ait olan o villa görünümlü ıslah evinde kalmaktan daha iyiydi burası. Her koşulda daha iyiydi.

Kirinden arınan koyu saçlarımı dolaptan rastgele bulduğum yeşil bir havluyla kurularken, işe gitmem gerektiğini biliyordum. Okula değil, işe. İşe gitmem gerekiyordu.

Bunu söylemek garip hissettirmişti.

Yerleştirmeye üşendiğim bavulumun fermuarını açıp temiz iç çamaşırı ve kıyafetlerimi çıkardıktan sonra hazırlanmaya başladım. Dün olanların ardından uyumamayı seçip kuytu köşede bulduğum temizlik malzemeleriyle bütün gece evi temizlediğimden dolayı başım çok ağrıyordu. Dişlerimi sıkmamı sağlayacak baş ağrısını nasıl dindirecektim? Hiçbir fikrim yoktu. İlerleyen saatlerde kendi kendine dinmesini beklemek dışında başka çaremde yoktu zaten.

Gri iç çamaşırlarımı giydikten sonra siyah dar paça kotumu son zamanlarda kaybettiğim kilolarla tamamen kürdana dönmüş bacaklarımdan geçirdim. Kiremit rengindeki ince boğazlı kazağım beni dışarıdaki soğuktan koruyacak gibi gözükmesede görüntü olarak hoş işlemelere sahipti. Gerçi hoşluk kimin umrundaydı ki? Şahsen benim değil.

Kör NoktaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin