27. Bölüm: 'Geçmiş'

560 51 71
                                    

Uzun bir aradan sonra sizlerle birlikteyim.

Bölüm çok geç geldiği için üzgünüm. Okulla ilgili birkaç sorunla uğraşıyordum. Her neyse...

Umarım keyifle okursunuz. ❤️

❄️

Bir cehennemin ortasında buz tutmuş kalbim.

Ne o buzu eritebiliyordum ne de cehennemde yanabiliyorum. Ne kalbime ulaşabiliyorum ne de hislerime tercüman olabiliyorum. Ne zekamı sergileyebiliyorum ne de ruhumu sezebiliyorum. Uzun zamandır bunu düşünüyorum. Ben ne yapıyorum?

Sonu gözükmez, karanlık bir yolda yürümeye çalışmak dışında ne yapıyorum? Debeleniyorum belki. Ya da çabalıyorum. Bir şeyler deniyorum ama sürekli elde ettiğim şey koca bir boşluk ve kronik bir baş ağrısı oluyor. Evet, çoğu zaman o boşlukla kayboluyorum ve bunu kimseye itiraf edemiyorum ama söylemem gereken bir şey daha var.

Ya bir şekilde kazanırsam?

Beynimin yapısı herkesten farklı çalışıyor. Zekamla övündüğüm zamanlar çok oldu. Peki ya elimdeki hiçlikle neden övünmüyorum?

Ben hiçlikten geldim, hiçlik beni var etti, hiçlik kavramı bana mücadeleyi öğretti. Peki ya elimdeki hiçlikle kazanırsam?

Bu mümkün mü?

"Yine dalgınsın, başkan. Hayırdır? Karadeniz'de gemilerin mi battı?" diyen Efe olmasa belki de karanlığa gömülecek, hiçliği en derimimde hissedecektim. İçi bomboş bakan ela gözlerimi sırıtan suratına çevirerek öylece ona baktım. "İyi misin kız?"

"İyi olmasını umuyorum. Sabahtan beri ağzını açıp tek kelime etmedi." dedi Liya krakerini endişeli bir ifadeyle kemirirken. Bakışları anlık bana kaydı. "Nevoşum bir sorun mu var?" Bir mi? Sadece bir mi? Bir sorunum olması için nelerimi vermezdim ki...

Benim birden fazla sorunum vardı ve sorunlarımın başını amcam çekiyordu. Dün hayatım boyunca hiç görmediğim eniştem hakkında öğrendiklerimin hemen ardından eve kan revan içinde gelmiş olan amcam koltukta ağlayarak uyuyakalmıştı. Onun hemen ayak dibinde uyuduğumu hatırlıyordum fakat sabah uyandığımda yatağımdaydım ve o evde yoktu. Muhtemelen beni yatağa taşıdıktan sonra dışarıya çıkmıştı.

Defalarca kez aramama, mesaj atmama rağmen amcamdan yine bir dönüş alamamıştım bu da endişelenmeme neden olmuştu. Nefretinin kaynağı neydi? Öfkesi kimeydi? Dün dayağı kimden yemişti?  Ya da kime dayak atmıştı? Aklından ne geçiyordu. Ne yapacaktı? Hiçbir fikrim yoktu.

Fikrimin olduğu tek bir konu vardı, o da aile içine odaklıydı. Sibel ve Gizem'in babasının uyuşturucu madde alarak öldüğünü amcamın dediğine göre halam ve dedem başından beri biliyordu ama ikiside susmayı tercih etmişlerdi. Ayriyeten kızlara gerçeği anlatmak yerine yıllardır farklı bir hikaye anlatıp onlarında beyinlerini babaları hakkında bulandırmışlardı.

Zavallı Gizem ve Sibel babalarının onları doğar doğmaz terk ettiğini düşünürken aslında gerçek tamamiyle farklıydı. Adam onlara ulaşamıyordu çünkü bir ölüydü. Ne kadar kötü değil mi? Ölü bir adamın arkasından sallayıp, yalan yanlış konuşmak....

Benim gibi önyargılara rest çekmiş bir insan bile gerçekleri bilmeden o adamın arkasından sallanan yalanlara inanmış ve o adama lanet okumuştu. Belki de yaptığım bir şeyden utandığım ilk an buydu. Ölü eniştemin arkasından söylenen yalanlara inanıp ona lanet okumak...

Ah... Aptallığımdan utanıyorum. Ve eklemek istiyorum. Eğer yukarıda bir yerlerde bir tanrı varsa bu yaptığımı affetmesini diliyorum. Beni affetmesi, nerede olduğunu saatlerdir bilmediğim amcamı korumasını ve dedem ile halamın bu korkunç yalanını bir şekilde ortaya çıkarmasını diliyorum zira sondaki söylediğimi tanrı yapmazsa... Muhtemelen amcam yapacaktı.

Kör NoktaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin