Görünmeyen bir şeye çarptığımda anlamayarak yanımdaki kommoya baktım.
Onun da yüzünü aynı benim gibi büyük bir şaşkınlık kaplamıştı.
"Niye gidemedim? Yanlış bir şey mi yaptım?" diye sordum.
"Bilmiyorum." diye mırıldandı.
"Hiç böyle bir durum ile karşılaşmamıştım."
Endişeyle doğru düzgün gözükmeyen suratına baktım ve "Nasıl? Öbür tarafa gidemeyecek miyim? Ruhum bozuk mu? Dünya'da tıkılı mı kaldım? Şimdi ne olacak?" diye sordum.
"Bazı ruhların kin veya içinde kaldığı bir istek yüzünden ebedi hayata gidemediğini duymuştum. Sen de bu yüzden beyaz ışığa doğru yürüyememişsindir. Şimdi söyle bakalım, yaşarken içinde kalan bir istek var mı? Birisine veya bir şeye duyduğun kin de olabilir." dedi.
Hiçbir şey hatırlamıyordum ki.
Nasıl bu sorusunu cevaplandıracaktım?
Bana böyle bir soru yönelttiğine göre hafıza kaybım ruh olmam ile alakalı değildi.
"Ee? Yok mu hiçbir şey?"
"Evet, hiçbir şey yok. Bunun içinde hafızam da var."
Kurduğum cümle onu dehşete düşürünce stresimi dışarıya yansıtmak istemediğim için gülümsedim.
"Ne zamandır hafızan yok?" diye sorduğunda "Uyandığımdan beri." dedim.
"Ölürken ya da daha öncesinde hafızanı da kaybettin yani. Bu kötü oldu." diye mırıldanan kommo ile daha da telaşlanmıştım.
"Adım ne?"
"Doğru, bunu da bilmiyorsundur. Adın Eliz, Eliz Altaş."
İsmim kulağa hoş geliyordu.
Eliz Altaş...
Merakla, "Şimdi ne olacak?" diye sordum.
"Hafızan yerine gelmezse neden ebedi hayata gidemediğini öğrenemeyiz." dedikten sonra derin bir nefes verdi ve şapkasını çıkardı.
Saçlarını karıştırmaya başladığında düşündüğü aşikardı.
Şapkasını çıkardığı için yüzünün çoğunu görebilmiştim.
Sağ kaşının üstünde başlayıp kaşının hemen altında biten bir yara izi vardı.
Bu yara izi ona karizmatik bir görünüş sağlıyordu.
Gözleri gibi koyu kahverengi olan saçlarını karıştırmayı bıraktığında "Belki bu durum çok kısa bir süre için geçerlidir. Çevrede dolanalım. Çevre tanıdık gelebilir." dedi.
"Tamam." dedim ve yürümeye başladım.
Kafamı birçok detay karıştırıyordu.
Acaba ona kafamı karıştıran her şeyi sorabilir miyim?
Göz ucuyla ona baktım.
Düşünceli bir şekilde yere bakıyordu.
Bana dönmeden, "Sor hadi." dediğinde "Neden yolun ortasında yatıyordum? Orası ruhları aldığınız yer falan mı?" diye sordum.
"Hayır, ruhlar nerede ölürse orada uyanırlar."
"Yolun ortasında mı öldüm? Peki ölüm sebebim ne?"
"Bilemem. Bize sadece ölen ruhun ismi, öldüğü yer ve ne zaman öldüğü söylenir."
Kaşlarımı çattım.
Eğer orada öldüysem bedenim de orada olması gerekmez mi?
"Bedenim nerede peki?" diye sordum.
"Götürmüş olmalılar. Cesedini orada bırakacak değiller." diyen kommo ile "Ne ara götürdüler? Hem senin bunu bilmen gerekmiyor mu? Sonuçta ölüm saatimi biliyorsun ve ölüm saatimde gelip beni alıyorsun." dedim.
"Ölüm saatine yanlış bakmış olabilirim." diye mırıldandığında "Ne?" diye bağırdım.
"Sabah onu yirmi altı geçe ölüyormuşsun. Akşam on zannetmiştim."
Yaptığı açıklama ağzımı açık bırakınca "Eğer zamanında gelseydin nereye gittiğimi takip edip neden ebedi hayata gidemediğimi bulurduk!" diye bağırdım.
Sesim oldukça yüksek çıkmıştı.
"Biliyorum! Üzgünüm. Benim dikkatsizliğimden kaynaklandı ve sorunu ben çözeceğim. Güven bana."
Kasti bir durum olmadığı belliydi, zaten neden kasti olarak böyle bir şey yapsın?
Şu an ona sinirli olmam bana hiçbir şey katmazdı.
"Sorun değil. Sadece bu sorunu halledelim." dedim.
"Halledeceğim. Halletmek zorundayım." dediğinde işin benim Dünya'da tıkılı kalmamdan çok daha büyük olduğunu fark etmiştim.
"Eğer ebedi hayata kavuşamazsam ne olur?"
"Dünya'da kalırsın." diye cevap verdiğinde tereddüt ederek "Senin açından ne olur?" diye sordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mandalina
FantasyHafızasını kaybeden bir ruhu öbür tarafa götürmek ile sorumlu olan kommonun ve ısrarla öbür tarafa gidemeyen bir ruhun aksiyon ve heyecan dolu hikayesi.