Her gecenin bir sabahı, her acının bir sonu vardır. Geceler sabaha bağlanır. Tıpkı acıların tükenmesi, silinmesi gibi. Ve mutlaka her acı sızısını unutturacak daha şiddetli bir acıyla hayat bulur. Hamileliğimin beşinci ayına girerken karnım belirginleşmeye başlamıştı. Sanki hayat bugünlerde çok daha farklı ilerliyor. Psikologa gitmek ruhuma her geçen gün biraz daha iyi geliyordu. Ağlama ataklarım yok denecek kadar azalmış, yerini neşeli kahkahalara bırakmıştı. Her akşam ya Alparslanla kitap okuyor ya oyun oynuyor ya da film izliyorduk. Ailelerimizle daha çok vakit geçirir olmuştuk. Ne ben kendime düşünmek için boşluk yaratıyordum ne de sevdiklerim beni bir an olsun yalnız bırakıyordu. Bu ülke bu şehir kötü anılarla ve acılarla doluydu. Yavaş yavaş iyi ve güzel şeyler alsada yerini annemin burada, yakınlarda bir yerlerde olması ister istemez beni üzüyor. Uzun konuşmaların ve tartışmaların sonunda Amerikaya taşınma kararı almıştık. Bu yüzden neredeyse her gün ev bakıyorduk. Bir tarafım kalmak istiyordu ki bu tarafım acı çekmeyi severdi bir diğer tarafım gitmek için can atıyordu. Başka bir ülkede yeni bir hayat fikri günden güne içimde yeşeriyor ve köklerini sağlamlaştırıyordu. Babam bu fikirden nefret ediyordu ama annemden ne kadar uzak olursam o kadar iyi olacağını da biliyordu. Elinde olsa annemi öldürürdü. Bunu yapmak istediğini hissediyordum. Beni paylaşma düşüncesine bile katlanamıyordu.
Bebeğimin kıyafetlerini özenle ütülerken kapı çaldı. Muhtemelen gelen Neslihandı. İmzalamam gereken evrakları eve getirecekti. Arada şirkete uğruyordum ama genelde işleri evden halletmeyi tercih ediyordum.
"Geldim." diye seslendim ısrarla çalan kapıya ilerlerken.
Kapıyı açtığımda aylardır görmediğim annemi görmeyi beklemiyordum.
Bu beni kötü etkiler miydi?
Peki tedavimi olumsuz etkiler miydi?
"Ne istiyorsun?" diye sordum.
"Teşekkür etmek için geldim. İzin ver içeri gireyim."
İçeri girmek için hareketlendiği sırada ondan önce davranarak ayağımı kapıya dayadım. Evime girmesini istemiyordum. Yaptığım hamle geri durmasını sağlarken gözleri dolmuştu. Ne kadar da kolay ağlıyordu. Onu en son gördüğümde de aynı bu şekilde ağlamıştı ve neredeyse beni kandıracaktı.
Hiç senin için gelmedi. Yine bir şey istemek için geldi!
Kelimeler fısıltılar halinde kulaklarımda dolaşıyor bütün benliğimi bir uçurumun eşiğine sürüklüyor. Kara bulutlar yavaş yavaş başımın üstüne toplanmaya başlamıştı.
" Beni yanlış anladın." dedi acınası bir halde "Senin için de gelmiştim. Seni görmek istemiştim. Bahar sen benim kızımsın."
Onun kızı falan değildim. Öyle olsaydı beni bırakıp gitmez sonra da kızına donör olmamı istemek için geri dönmezdi. Ben de hastayım diye haykırmak istiyordum. Ama bunu bilmeye bile hakkı olduğunu düşünmüyordum. Bunca sene çektiğim hasret bir yana o günü unutamıyordum. Ayakta durmaktan belime ağrı girmişti. Üstelik aklımın bir köşesinde fişte takılı olan ütü vardı.
"Bunları konuşmak istemiyorum. Lütfen şimdi git."
Başka bir ülkeye ondan kilometrelerce uzağa gideceğimi ona söylemedim ve kimsenin de söylememesi için herkesi uyardım. Ben de onu terk edecektim. Hiç beklemediği bir anda yapacaktım bunu ona. Sonsuza kadar hayatımdan çıkmasını ve bir daha beni arayıp sormamasını diliyordum. Çünkü bana attığı her adım öyle ya da böyle canımı yakıyor, aklımı bulandırıyordu. Beni tekrar terk eder mi düşüncesi ile baş edebilecek düzeyde değildim.
"Peki..." dedi akan gözyaşlarını silerken "Ama sen beni dinlemeye hazır hissettiğin zaman tekrar geleceğim. Kardeşine kin tutmadığın ve bize yardım ettiğin için minnettarım. Görüşürüz. "
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HEZEYAN
RandomSinsice oyunlar oynayan o değilmiş gibi gözlerime bakarken benliğim önünde diz çökmüştü. "Böyle olsun istemedim." Fısıltısı kulaklarımda çığlıklara dönüşürken yaşlı gözlerimi kuzguni gözlerine sabitlemiştim. Bir enkaz olarak geldiğim kalbinden şimdi...