Buraya tarih ve saat bırakabilirsiniz.
02.07.2018İçimizde bizden bihaber büyüyen duygular vardı. En savunmasız olduğumuz anı bekleyen ve bizim bile bir ad koyamadığımız duygular... Ben bugün bir ad koymuştum o duyguya.
Sevilmemek!
Ruhuma kazınan bu duyguyu bir kez daha somut şekilde karşımda görüyordum. Bomboş baktığım yolda gördüğüm bu hiçlik aslında bir hiçlik değildi. Görmeyi beklediğim yüz yine beni yanıltmamış ve gelmemişti. Oysa ne kadar inkar edersem edeyim bir umut sözünü tutup gelmesini beklemiştim. İçimde gelmeyeceğini haykıran kıza kulaklarımı tıkamayı başarmıştım fakat şimdi o kızı susturamıyordum. Acımasızca alay ediyordu şimdi benimle.
Gerçekten ne bekliyordum ki?
Babam çok sevgili işini bir köşeye bırakıp aylardır görmediği kızına mı gelecekti koşa koşa?
Avuçlarımın arasındaki bavulun kulbunu sıktım. Adım adım ilerlediğim çıkışa varmamak için o kadar yavaş hareket ediyordum ki yanımdan hızla geçen insanlar omzuma çarpıyordu.
Allah aşkına hepsinin mi bir bekleyeni vardı?
Acıyla tebessüm ettim. Nitekim herkesin aile ilişkileri bizim kadar kopuk değildi. Annem ben daha iki aylık bir bebekken babamı terk etmişti. Benide beraberinde götürürken bana bir kaç ay dahi katlanamayacağını düşünmemiş olmalıydı. Çünkü bir gece ansızın beni babamın kapısına bırakıp ortalıktan kaybolmuştu. Merak ediyordum bir anne üç aylık bebeğini gecenin ayazında nasıl olurda kapıya bırakırdı? Yinede ona kızamıyordum. En azından bir şeylerin farkına varmaya başladığım yaşlardan sonra kızamıyordum . Hiç bir kadın sevgi görmediği gönülde kalmak istemezdi. Annemde kalmamıştı zaten.
Çantamın içinde titreyen telefonu açabilmek adına duraksadım. Henüz havalimanından çıkamamıştım. İçerisi gereksiz bir ton eşyayla dolu çantamda telefonu bulmak gerçekten bir zulümdü.
"Efendim baba."
Sesimi olabildiğince normal tutmaya çalışmıştım. Çalışmıştım diyorum çünkü kırılmış sesimi kendim dahi anlayabiliyordum. Lanet olsun! Her hissettiğimi bu denli dışa vurmak zorunda mıydım?
"Tatlım çok üzgünüm. Toplantı düşündüğümden de uzun sürdü."
Burukça gülümseyerek "Sorun değil." dedim.
Oysa bu ruhumun yaşadığı sarsıntıların odağıydı. Sorun tam olarak buydu. Bana... Bana sürekli geç kalıyor olmasından daha büyük bir sorunum yoktu.
"Söz veriyorum telafi edeceğim."
"Söz verme baba."
İkimizde verdiği bu sözüde tutamayacağını biliyorduk. O halde ne anlamı vardı ki söz vermesinin?
"Bahar..."
Sözünü keserek "Daha sonra konuşsak olur mu? Mesela evde?" dedim yolun ortasında dikilmesi bırakıp ilerlerken.
İngiltereye gidişim gibi İngiltereden gelişimdede yalnız başımaydım. Sanırım bu benim makus kaderim, ölene kadar yaşayacak olduğum bir yaşam tarzıydı.
"Peki! O zaman evde görüşürüz."
"Görüşürüz."
Telefonu kapattıktan sonra tekrar duraksadım. Hep ama hep yaşadığım bu durum boğazımda görünmez bir düğüm oluşturdu. Ağlamamak için sıktığım çenem titrerken derin bir nefer aldım. Daha ilk günden yaptığı bu şey zaten gelmek istemediğim bu şehirden arkama bakmadan kaçma isteğimi kamçılıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HEZEYAN
RandomSinsice oyunlar oynayan o değilmiş gibi gözlerime bakarken benliğim önünde diz çökmüştü. "Böyle olsun istemedim." Fısıltısı kulaklarımda çığlıklara dönüşürken yaşlı gözlerimi kuzguni gözlerine sabitlemiştim. Bir enkaz olarak geldiğim kalbinden şimdi...