Bu sarsıntılar eşliğinde ruha pencere açılır mıydı?
Açılmıyordu. Kabulleniş karşısında diz çöküyordu insan. Hayat böyle değil miydi sonuçta? İnsanın iradesi dışında bir yığın şey yaşatır daha sonra yaşa böyle yaşayabilirsen derdi. Hayatımda ilk defa bu denli yakınım olan insanları kaybetmiştim.
Uzun çok uzun yıllardır bir araya gelmiyorduk. Benim uyuşturucuyla kopan bağlarım bir anda onlarlada kopmuştu. Fakat öyle çok şey paylaşmış, öyle çok vakit geçirmiştik ki nasıl insanlar olduklarını bilmeme rağmen seviyordum onları. Ben öyle kolay kolay insanlardan nefret edebilen bir insan değildim.
"Bahar, yemeğine dokunmamışsın hiç."
Çiçi benimle bir çoçukla ilgilenir gibi ilgileniyordu. Dizlerimi kendime çekmiş yatağın üzerinde oturuyordum. Başım dizimin üzerindeydi.
"Canım istemiyor Çiçi."
"Ne demek canım istemiyor! Aaa kızacağım artık. Bir damla kaldın kızım."
Çalışma masasının üzerine on dakika önce bıraktığı tepsiyi alarak yanıma oturdu. Ona laf anlatmak imkansızdı. Sırf benim yüzümden daha fazla üzülmesin diye bir kaç kaşık çorba içtim. Her lokma ağzımda büyüyor, midem kasılıyordu.
Ne kadar böyle devam edecekti?
Ne kadar daha dış dünyaya kapatacaktım kendimi?
Sonsuza kadar dedi benliğim büyük bir kararlılıkla. Bu odadan çıkmak, evden çıkmak, işe gitmek... Yaklaşık bir haftadır pek gerçekleştirdiğim eylemler değildi bunlar. Telefonumu kapatmıştım. Kimse bana ulaşsın istemiyordum.
Acaba babama İngiltereye dönmek istediğimi söylesem ne derdi?
Tamam orasıda beni mutlu etmiyordu ama sıradandı işte. Buradaki gibi ölümler yoktu mesela hayatımda. Yalnız ve kafam rahattı. Kimseyi sarhoş olup öpmüyor, kimsede beni öylece öpmüyordu. Geçen zaman dilimi içinde ne Alparslan beni aramıştı ne de ben onu aramıştı. Telefonum kapalıydı ama en azından evi aramasını beklemiştim.
Neden beklemiştim?
Aramış olsa ne değişecekti?
Soruların koynunda kıvranıyordum. Alparslanlı sorular ve Alparslanlı düşünceler içerisinde boğuluyordum. Öyle çok kızıyordum ki ona. Çok kısa zaman geçirmiştik. O kadar kısaydı ki geçirdiğimiz zaman nasıl bir adam olduğunu bile oturtamıyordum kafamda.
Mesela hep öyle güzel mi gülüyordu?
Ya da öfkelendiği zaman nasıl tepki veriyordu?
Gerçekten göründüğü kadar egoist miydi?
Beynim yankılanan sorular yüzünden en sonunda alev alacaktı. Halam elindeki tepsiyke odadan çıktığında arkasından kapıyı kilitledim. Güzel bir duş alacak ardından bir uyku ilaçı içecektim. En azından uykunun şevkatli kolları arasında düşünmüyordum. Kabus görmediğim sürece uykuda her şey yolundaydı. Güçsüzdüm. İki defa intihar edecek kadar, kendimi odalara kapatacak kadar güçsüzdüm. Öyle bir yanım vardı ki başarısızlığı kabul etmeyen ve her konuda başarılı olmak için pes etmeden çalışan. Bu herkesin gördüğü yanımdı. Ama kimse öteki yanımı bilmiyordu. Kendini odalara kapatan, ağlayan güçsüz Bahar'ı çok az kişi bilirdi. Ilık su bedenime nüfus ederken biraz olsun düşünmemeye çalıştım. Hayatı, güçsüzlüğümü ve Alparslanı... Sadece suyu hissetmek istiyordum. Bir öpücüğün bu denli esiri olmak canımı yakıyordu. Ben o basit öpücüğü bu kadar düşünürken onun belkide aklının ucundan geçmiyordum. Bir an da bütün dengeleri değiştirmişti. Emir'i unutamadığımı sanırken, geçmişin beni bir gölge gibi takip ettiğini düşünürken bomba gibi düşmüştü hayatıma. Hiçbir şey yapmadan çok şeyi değiştirmişti. Mesela artık Emir ve onunla yaşadıklarım Alparslan kadar aklıma gelmiyordu. Gelse bile güzel anılar değildi bunlar. Kötü anıların pencesine takılmıştım. Onu düşünmemeye çalışırken bile yine bütün odak noktamın o olması sinirimi bozarken hırsla çeşmeyi kapattım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HEZEYAN
RandomSinsice oyunlar oynayan o değilmiş gibi gözlerime bakarken benliğim önünde diz çökmüştü. "Böyle olsun istemedim." Fısıltısı kulaklarımda çığlıklara dönüşürken yaşlı gözlerimi kuzguni gözlerine sabitlemiştim. Bir enkaz olarak geldiğim kalbinden şimdi...