Geçmiş...
Gözyaşlarını elinin dersiyle silerek hızlı hızlı yürümeye devam etti. Öfkesi ahh o öfkesi kırılganlığını un ufak ediyordu. Elinde bir kibrit olsa hiç düşünmeden ateşe verirdi her şeyi.
"Lanet olsun!" dedi bağıra bağıra "Allah bin türlü belanı versin Emir."
Kalbinin kaçmak istediği fakat ayaklarının onu getirdiği yere tiksinerek baktı. Midesi kasılıyor, elleri titriyordu. Krize girmek üzere olduğunun farkındaydı ama içeriye girmek için adım atamıyordu. Öylece barın önünde durmuştu. Onlarca insan... Onlarca kendi hayatını kendi elleri ile mahvetmiş insan vardı kapının önünde.
"Ben bu değilim." diyerek arkasına döndü ama gidemedi. Gidemezdi. Öleceğini bilse ölmeyi beklerdi.
Ölmek böylesine sancılı mıydı?
Ölmek bir defa olmaz mıydı?
Oysa Bahar her gün ama her gün ölüyordu.
"Sen tam olarak busun..." karşısında duran kadın kendinden başkası değildi. Beyni yine onunla alay ediyordu. Zaten sinirliydi. Hırsla yüzünü kapıya dönerek içeriye girdi. İçeriye girerken çarptığı adamın yüzüne bakmadı. Özür dileme gereği dahi duymadı. Oysa o adam onun hayatına dokunacak, kalbini defalarca un ufak edecek daha sonra hiç bir şey olmamışcasına yaşamasını isteyecekti. O adam ki hem en sevdiği hem en nefret ettiği olacaktı.
Şimdiki zaman...
Terleyen avuç içlerimi pantolonuma bastırdım.
Korkuyor muydum?
Belki.
Bir katille karışı karşıya oturmaktan kim olsa korkardı. Oysa ölümden korkmazdım. Öyle olsa defalarca canıma kıyamazdım. Ama ben bunu yaparken gözümü dahi kırpmamıştım.
Bende bir katil sayılır mıydım?
Kendi canıma kastetmem beni bir katil yapar mıydı?
Bütün bedenim titredi. Gözlerine baktım. Işıl ışıl parlayan gözlerinde Emel'in silüeti belirdi. Onun peşi sıra Ömer ve diğerleri...
"Ben..." dedi Emir heyecanla "Ben teklifimi kabul etmeni hiç beklemezdim."
Bende böyle bir şey yapacağımı...
"O kadar ısrarcısın ki mecbur kaldım."
Alparslanla yaptığımız en son konuşmadan sonra apar topar Türkiye'ye dönmüştük. Daha sonra Emir geldiğimi öğrensin diye bir kaç defa onun takıldığı yerlere gitmiştim. Ki Alparslan'ın ne bu yaptığımdan ne de şu an Emirle oturduğumdan haberi vardı. Her şeyi bilmesine gerek olduğunuda düşünmüyordum. Ona yardım edeceğimi söylemiştim ve öyle yapıyordum. Hepsi bu! Olanları unutucak değildim. Bu iş biter bitmez o yoluna ben yoluma gidecektim. Bunların hepsi bir yana bir de emel'e verdiğim bi söz vardı. Emir ona ulaşamasın diye benim dahi bilmediğim bir yere göndermiştim onu. Arada telefonla arıyordu beni.
"Kopamıyorum. Şu kafam var ya şu kafam her şeyi siliyor ama senin görüntünün silemiyor. Kalbim... Kalbim kimseyi sevemiyor ama senin için ölüyor."
Ölüm!
Ne aklıma ne de mantığıma sığıyordu. Benim tanıdığım, bildiğim adam katil olamazdı. Yoksa ben mi gözümde onu çok büyütmüştüm? Kızgınlık ve kırgınlık bir köşede şöylece dursun bir insanı tanıyamamanın verdiği hayal kırıklığı kalbine taş gibi oturuyordu. Bir zamanlar sevmişti ben bu adamı. Şimdi sevmesen bile bir zamanlar sevmiştim. Biri gelse ve Emir ile yollar sonra şu durumda olacağımı söylese alay ederdim. Şimdi zamanında alay edeceğim şeyleri yaşıyor olmak canımı yakıyordu. Hayat gerçekten de traji komik bir oyundu. "Gerçekten yaptı mı?"düşüncesi sıka bir anlık içimden geçerken Alparslan'ın gözleri gözlerimin önüne serildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HEZEYAN
RandomSinsice oyunlar oynayan o değilmiş gibi gözlerime bakarken benliğim önünde diz çökmüştü. "Böyle olsun istemedim." Fısıltısı kulaklarımda çığlıklara dönüşürken yaşlı gözlerimi kuzguni gözlerine sabitlemiştim. Bir enkaz olarak geldiğim kalbinden şimdi...