Takvim yaprakları bir bir eksilirken günler birbirini kovalıyordu. İnsan denen muazzam varlık her koşulda ve her şekilde bulunduğu ortama alışıyordu. Her ne kadar geri dönmek aklımın bir köşesinde olsada sanırım alışmıştım bende bu yoğun tempoya. Babamın ve Yavuz'un uzun ikna çabaları sonucu kendimi daha iki gün önce şirkette bulmuştum. Ciddi anlamda ikna kuvvetleri üst seviyedeydi. Sanki gelmemi bekliyorlarmış gibi bütün reklam kampanyalarını üstüme yıkmalarından bahsetmiyorum bile.
"Bahar hanım bu çiçekler size geldi."
Nevin'in sesiyle bakışlarımı bilgisayardan çekerek ona baktım. Elinde koca bir demet nilüfer çiçeği vardı. Nilüfer...
"Kim göndermiş bunları?"
Allak bullak olan beynim onlarca anı ile dolarken iç çektim. Bir zamanlar ne kadar çok çiçek alırdı Emir bana. Ama bu şekilde değil. Ya saksıda ya da...
"Emir daha yürüyecek miyiz?" sitem yüklü sorumu cevapsız bırakarak elimi daha sıkı kavradı?
"Ya ne işimiz var burada? Bak şimdi bir yerden kurt, ayı falan çıkacak. Dönelim geri!"
Sözlerim üzerine bir kahkaha patlatırken "Sabret sevgilim." dedi zar zor. Pislik! Birde gülüyordu. Hayır ormanda kurt ve ayının çıkmasından daha doğal ne olabilirdi?
Ayaklarımızın altında ezilen kuru yaprakların çıkardığı sese odaklandım sırada "İşte geldik!" dedi ve beni önüne çekti. Arkamdan belime sarılırken" Hepsi senin. "
Önümdeki gölün içerisinde bulunan nilüferler nefesimi keserken "Nilüferler... "diyebildim. Çok severdim nilüfer çiçeğini!
"Çiçekleri ne kadar sevdiğini ama onların köklerinden sökülmesini istemediğini bildiğimden seni buraya getirdim. Hepsi senin...dünyadaki bütün nilüferler senin sevgilim. Nerede bir nilüfer görürsen beni hatırla Bahar."
Dolan gözlerimden yaşlar süzülürken Emir'in Allah tarafından bana gönderilen bir hediye olduğunu düşündüm. Belki ailem yok denecek kadar saçma bir çelişkiydi fakat Emir koca bir aile gibiydi. Titreyen çenemi sıkmayı bıraktığımda dudaklarımdan bir hıçkırık özgürlüğüne kavuştu.
"Seni unutmak ne mümkün." fısıltım ona ulaşmış olacakki elinin altında titreyen elimi okşadı. "Çiçekleri severim ama seni sevdiğim kadar değil." dedim yüzümü ona dönerken. Morarmış göz altları içimi sızlatırken boynuna sarıldım. Belki baştan sonra yanlıştı kendine yaptıkları ama benim için bu hayattaki tek doğruydu kendisi. Babamın vermediği sevginin kat be katını veriyordu bana. Gözlerindeki aşkı görmemek için kör olmak gerekirdi.
"Seni seviyorum Bahar. Bütün yanlışlığıma rağmen seni deli gibi seviyorum."
Kökünden acımasızca sökülerek bir demet oluşturulan çiçeklere baktım. Çiçekler ölümün en güzel haliydi belkide. Solacaklardı fakat nefes kesecek kadar asillerdi.
"Gönderenin ismini vermediler efendim. Üzerinde bir not var fakat bakmadım." uzattığı çiçekleri alırken "Tamam sen çıkabilirsin." dedim.
Ağladım ağlayacaktım. Kim, neden bana nilüfer gönderirdi? Özellikle neden nilüfer?
"Tabi efendim. Birde toplantının başlamasına on beş dakika kaldı."
"Tamam." dedim kısaca.
Çiçekleri gördüğümden beri aklım uçmuştu resmen. Girmem gereken bir toplantı olduğunu dahi unutmuştum. Nevin'in çıkmasıyla sıkıntıyla çiçeklere baktım. Titreyen ellerimin izin verdiği kadar tuttuğum ufak zarfı açarak içinden çıkan ufak kağıda baktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HEZEYAN
RandomSinsice oyunlar oynayan o değilmiş gibi gözlerime bakarken benliğim önünde diz çökmüştü. "Böyle olsun istemedim." Fısıltısı kulaklarımda çığlıklara dönüşürken yaşlı gözlerimi kuzguni gözlerine sabitlemiştim. Bir enkaz olarak geldiğim kalbinden şimdi...