28.Bölüm

2.3K 86 5
                                    

Bir yerde okumuştum. Toprak içinde sevdiklerimiz olduğu için güzel kokarmış.

Sahi öyle miydi?

Adliyeden dışarıya adımımı atar atmaz burnuma dolan koku ile gözlerimi kapattım. Toprak kokusu... Tek bir adım dahi atmadan, hatta bulunduğun yerden milim oynamadan seni alıp sevdiklerinin yanına götüren tek koku.

"Bahar!"

Gözlerimi araladım. Hafif hafif yağmaya başlayan yağmur ıslanmama neden oluyordu. Yanıma gelen Nehir "İyi misin?" diye sordu.

İyi miydim?

Bilmiyordum. Ben nasıl iyi olunduğunu bile bilmiyordum ki. Sonra sakladığım bir anı belirdi beynimde. Ardından bir sızı takip etti bu anıyı. Alparslanların evinde, ailesiyle olduğumuz bir anı. Değerini bilemediğim, herkese istemeden daha olsa zehir ettiğim bir gün... Yalan söylemek hiç bu kadar zor olmadı. Düğümlenen boğazıma rağmen kafamı iyiyim der gibi salladım ve gülümsedim.

"Benim için endişelenme." dedim.

"Emir'i gördüğün zaman yüzün kireç gibi oldu. Nasıl endişelenmem?"

"Benim yüzümden ağabeyin öldü!" diye haykırmak istedim. "Ben bu ilgiyi hak etmiyorum. Bana daha fazla eziyet etme." demek istedim. Oysa sadece sessiz kalarak gülümsemeye devam ettim. Vicdanım ellerini yakama sarmış durmadan sarsıyordu beni. Az önce mahkemede Emir'i görmek bir eziyetten farksız değildi. O gece olanları defalarca kez yaşamıştım. Defalarca kez Emir Alparslan'ı, ben ise Emir'i vurmuştum.

"Endişelenme." dedim sadece.

Nehir'e arkamı dönerek hızlı adımlarla yürümeye başladığımda arkamdan seslendi. "Nereye gidiyorsun?"

Ona bakmadan ve yavaşlamadan yürümeye devam ettim.

"Bir işim var. Halledip geleceğim."

Nasıl olmuştu bilmiyorum ama Çağın bir ceza almadan dışarıya çıkmanın bir yolunu bulmuştu. Hatta Emir'in mahkemesine bile gelmişti. Hayat avuçlarımın arasından hızla akıp giderken boş gözlerle izliyordum. Her şey yavaş yavaş siliniyor gibiydi. Boşluğa ne kadar uzun süre bakarsak o kadar hissizleşiyor gibiydik. Unut diye fısıldadı daha önce umut diye fısıldayan benliğim. Unut!

Kimi ve neyi unutacaktım?

Gönül yaram yüzünden bir kere ardıma bakmadan kaçmıştım. Şimdi bu koca şehirde Alparslan'ı bırakıp nasıl kaçardım?

Hadi kaçtım. Nereye kadar kaçacaktım?

Düşüncelerim durmadan benliğimi taciz ederken mezarlığa gelmiştim bile. Vicdan azabı dalga dalga bedenime yayılırken gözyaşlarım yağmur damlalarına karışıyordu. Kulaklarımda beni suçlayan Emir'in nefret dolu sözleri bir kez daha hayat bulurken mezar taşının başında dikiliyordum.

Kaç hayat benim yüzümden sönmüştü?

Bir zamanlar hayatıma dokunan kaç insan şimdi benim yüzümden toprağın altındaydı?

"Beni affet." dedim kısık bir sesle "Ben kendimi affedemiyorum. Nolur sen beni affet."

Bir zamanlar Emir'i sevmiş olmamın ve ona güvenmiş olmamın utancı ile olduğum yere diz çöktüm.

"Beni affet!" diye haykırdım.

Her gece başımı yastığa koyduğumda aynı gözler beliriyordu karanlığın ortasında. Eğer Ömer'i kurtarmanın bir yolu vardıysa ve ben bu yolu göremeyecek kadar kör isem... Ya onu ölüme öylece terk etmişsem. Alparslan uyanmıştı. Ona bildiğim her şeyi anlattığımda gözlerinde oluşan o hayal kırıklığını göreceğime ölmeyi dilerdim. Çağının beni kurtarmak için yaptığı her şeyi bir köşeye iterken ikimizede gözleri ile eziyet etmişti. Oysa onun her zaman eziyet eden sözleri olurdu. Şimdi ise konuşmamaya yemin etmiş gibi bizi gözleriyle vuruyordu. Öfke ile bakan gözleri kovarken, elleri sıkı sıkı ellerimi kavrıyordu. Pis bir bar tuvaletinde tanıdım onu. Beni kucağına alan, hayata tutunmamı sağlayan adamı çok sonra hatırladım. Sonra bir çok yerde göz göze geldiğim ama bir türlü hafızama kazınmayı başaramayan gözler şimdi yüreğime kazınmıştı. Alparslan'ın sustuğu ne varsa Çağın anlatmıştı. Ve ben bir kez daha vurulmuştum.

HEZEYAN Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin