Bölüm36:Kendi Kuyruğunu Yiyen Yılan

361 24 10
                                    

Canlarımm merhaba.

Bölüme geçmeden önce sol alt köşedeki yıldızı parlatıp sayfanızı aydınlatın.

Ve yorumlarınızı benimle paylaşmayı unutmayın.

Satır aralarında buluşalım.

Sonyedi💚

~~~

Arkamı döndüm ve az önce asıl patlamanın yaşandığı, tüm planın sallandığı oturma odasını ardımda bırakarak üst kata tırmanan taştan merdivene yöneldim.

İstediği oyuncağı aldıramamış şımarık bir kız çocuğunun anne babasının yanından ayaklarını yere vurarak odasına dönmesi gibi değildi adımlarım. Tam tersiydi. Zaten anne babasının ona oyuncak almayacağını bilen hatta o odada anne baba bile göremeyen ve bu yoklukla onlarca kez yüzleşen ve artık bu savaştaki tek mağlup tarafın kendi olduğunu daha küçücükken öğrenen küçük bir kız gibiydi.

Yavaş, sallantılı ve mağrur.

Ayaklarıma bağlı tonlarca yük varmış da ayaklarımı bastığım yerden kaldıramıyormuşum gibiydiler. Dizlerimi yavaşça karnıma doğru çekiyordum ve tüy gibi bir hafiflikle üsteki basamağa bırakıyordum. Dönerek üst kata yükselen bu taş basamakların sonuna geldiğimde yan yana duran ve ağırlıkları arkasında değil hala tam üzerinde hisseden bedenimle kapalı kapıya doğru ilerledim. Elimin soğukluğu kapı kulpunun soğukluğuyla birleştiğinde ürperdim. Yakıcı soğukluğu avcuma bastırıp kapı kulpunu aşağı doğru indirdim ve ayaklarımı sürterek odaya girdim. Kapıyı arkamdan kapatıp odanın ışıklarını açmadan kendimi odanın yarı karanlığına bıraktım.

Ay dolunaydı, nefes kesici bir güzellikle göğün gerdanına asılmıştı. Gösterişli bir kadının cazibesine cazibe katan altın bir kolye gibiydi ve gecenin gizemli çekiciliğini daha da büyüleyici bir hale getiriyordu.

Odanın tam ortasında iki kişilik kocaman bir yatak vardı. Yatağın yan tarafındaki duvarda terasa açılan bir kapı vardı ve kapı şu anda açık olduğu için tül perdeler odada zehrini ciğerlere bırakıp hafifleyen sigara dumanı gibi salınıyordu. Esen ılık meltemle saçlarım bedenimin arkasına savrulurken ben yüzüme yüzüme üfüren ılıklığa doğru ilerledim ve terasa çıktım. Uzun ve yarım bir daire şeklinde olan teras yan taraftaki duvarla birleşiyordu. Tek çıkış kapısı bizim yatak odamıza ait olduğu için bize özeldi.

Karşı tarafa doğru birkaç adım atıp ellerimi bu sefer bacaklarımla aynı boyda olan duvarın üzerinde duran siyah renkli metal korkuluğa bastırdım. Aynı yakıcı soğukluk yine avuçlarımda o tanıdık hissi bıraktı. Göz bebeklerimi malikanenin yattığı çimle kaplı bahçede gezdirdim. Etrafı uzun palmiye ağaçları ve beyaz taştan duvarlarla örülüydü.

Havuzun yan tarafında dikilen Cihan'ı gördüm, kalbim tekledi. Sırtı eve dönük olduğu için heybetli bedenini süzdüm. Telefonla konuştuğunu buradan anlayabilmiştim ama sesini duyamayacak kadar yukarıda ve uzaktaydım.

Daha birkaç ay öncesine kadar benim içim sadece Simge'nin kardeşi olan ve bundan bir adım öteye kadar gitmeyen o adamın şu anda kalbimi tekletmesini açıklayamıyordum. Birkaç ay öncesine kadar benim için yabancı olan o adam şimdi beni bana yabancı hale getiren adamdı.

Ruhumun yabancısı, ruhuma yabancıydı.
Hayatıma girdi, ruhumu okudu.
Kelimeleri değiştirdi, cümlelerimi baştan yazdı.
Ruhunu ruhuma karıştırdı.
Ruhuma yabancı, ruhuna yancıydım.

Her hatırladığımda beni biraz gülümseten biraz da mucizelere olan inancıma sıkı düğümler atan kişiydi. Odama dan diye girip kalbimi çalan yeşil gözlü o insan. İçim onu düşünmenin etkisiyle sıcacık olurken aklım hala dakikalar öncesindeki patlamada takılı kalıyordu. Acaba kaç kişi ölmüştü? Kaç kişi o geminin içinde yanarak can vermişti? Kaç kişi kül olmuştu?

Kaderin Kırmızı İpiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin