Merhabaaa canlarım. Hoş geldiniz.
Yeni bir bölümle karşınızdayım, umarım beğenirsiniz.
Medyadaki şarkı Canan'ın bölümde bahsettiği şarkı. Dinlerseniz beğeneceğinize çok ama çok eminim. Şans verirseniz çok sevinirim. Kendinden Hallice/Rakı İçmeyi Bilmesen Tanışabilir Miydik?
Bölümü okumaya geçmeden önce sol alt köşedeki yıldıza dokunarak sayfanıza ışık olmasını sağlarsanız çok sevinirim.
Hepinize iyi okumalar dilerim.
Sizleri seviyorum.
~~~
Rakı Adamı&Şarap Kadını
"Canan, şarabı hayatı yaşayanlar, rakıyı ise hayatı yarım kalanlar içermiş."
Yavuz abiyle geldiğimiz hastanede, annemin kaldığı odanın kapısını yanındaki sandalyede öylece oturmuş doktorun gelmesini bekliyordum.
Ölmemişti. Yaşıyordu. İyileşecekti.
Bunun için sevinmemiştim, zaten yaşaması da benim için hiçbir şey ifade etmiyordu. Sadece hala hayatımda hep bir şekilde karşıma çıkmasından sıkılmıştım. Ben İzmir'den İstanbul'a kaçıp geldiğimde amacım zaten onun o leş gibi olan hayatından kaçmaktı. Ama tesadüfe bakın ki o da İstanbul'da bir hapishanede kalıyordu. Hayatın bizimle dalga geçme şekli bu olmalıydı: kaçtığımız şeyleri hep önümüze çıkartıp onlara takılıp düşmemizi beklemek. Ama ben zaten yeteri kadar takılıp düşmemiş miydim? Yetmez miydi? On yaşından beri suçsuz yere yediğim ithamlardan, kaçmaya çalıştığım pis bakışlardan kurtulmak için çok çabalamış bu yüzden de çok düşmüştüm. Defalarca kez düşmekten artık dizlerim yaraya alışmış, acımaz olmuştu.
Daldığım düşüncelerden yanımıza gelen doktorun sesiyle kurtuldum. Yanımdaki polise elindeki raporları veren doktor onun iyi olduğunu, bıçak darbesinin karın boşluğuna denk geldiğini ve bu gece de orada kalıp yarın sabah taburcu olabileceğini söyledi. Giden doktorun ardından yanımdaki polis iyi olup olmadığımı sormuş ve eğer istersem annemin yanına kısa bir süreliğine girebileceğimi söylemişti. Girip girmeme arasında kararsız kaldım. "Gir de o kadının suratına okkalı bir tokat at Canan!" Kim olursa olsun şiddete karşıydım ama ona söyleyeceğim iki çift lafım var elbette.
Polise onunla konuşmak istediğimi söylediğim de önünde durduğu kapının önünden çekilip beni içeriye almıştı. Onu aylar sonra ilk defa görüyordum. Eski haline göre çok zayıflamış, kızıl saçlarının dip boyası gelmişti. Sararmış teni ve yaşlanmış çehresiyle çirkindi. Onun zaten güzel olduğu zamanlar on bir yıl öncesinde benim on yaşında olduğum zamanlardı.
Evlerinin yanındaki kaldırıma oturmuş babasının arkasından saatlerce orada kalakalmıştı. Yolda yürüyen insanlar kaldırıma çökmüş ağlayan kızın yanına gelip küçük kıza neyi olduğunu sorsalar da küçük kız hiçbir cevap verememiş, öylece ağlamaya devam etmişti. Babası gideli ne kadar olmuştu, ne kadardır orada öylece ağlıyordu bilmiyordu Canan. Kafasını kaldırdı, gökyüzüne baktı; hava kararmış yıldızlar gökteki yerlerini belli etmek istercesine parlamaya başlamıştı. Bunu gören kızın kafasında babasının gitmeden önce söylediği sözler uğuldamaya başladı.
Babası neden gitmişti, hem de geri dönmemek üzere neden?
Bu sorunun cevabını bilmiyordu, öğrenmek de istemiyordu; sadece babası geri gelsin onunla beraber evlerine dönsün istiyordu. Babası Canan'ın her şeyiydi. Onunla yemek yer, onun masallarını dinleyerek uyur, onunla beraber okul servisini bekler, onunla beraber yıldızları izlerdi. Şimdi bunları nasıl yapacaktı?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kaderin Kırmızı İpi
Fiksi RemajaAlevinde yandım, külünde söndüm. ~~~ Psikoloji dördüncü sınıf öğrencisi olan Canan AKSU, aralarında can bağı olduğuna inandığı yakın arkadaşı Deniz ile İzmir'den İstanbul'a geldiğinde hayatın ona yeni bir sayfa açacağına inanır. Geçmişi ve bir daha...