Merhaba canım KKİ ailesi.
Umarım hepiniz iyisinizdir cankuşlarım. Uzun bir ara oldu. Sizleri özledim, bizleri özlediniz. O yüzden hemen sizi bölümle baş başa bırakacağım.
İlk olarak bundan sonra her hafta bir aksilik çıkmadıkça cuma günleri buluşacağız. Haberiniz olssuuuuun.
İkinci olarak da sizleri çok sevdiğimi ve sizin de bu kitaba, karakterlere ve bana olan sevginizin çok kıymetli olduğunu söylemek istedim. İyi ki varsınız, hep var olun. Artarak çoğalalım.
35 biniz şu anda, nice binlere Cankuşlar.
Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın. Ve kitabımızın tanınması içinde arkadaşlarınıza tavsiye ederseniz çok teşekkür ederim.
Köşedeki yıldıza dokunup sayfanıza ışık olmasını sağlayın.
💚
~~~
"Mert. Mert, Canan ben. Sana ihtiyacım var. Atıf'ın elindeyim, ormanlık bir arazide depo tarzı bir yerde esir tutuluyorum. Türkiye'deysem eğer büyük ihtimalle Marmara bölgesindeyim." Karşı taraftan neden hiçbir tepki gelmiyordu? "Mert..." dedim bir cevap bekleyerek. Ne ses vardı ne de seda. "Mert yardımına ihtiyacım var, lütfen."
En sonunda ahizeden bir ses geldi. Ama telefona epey uzaktı. "Tuğba, aşkım bornozumu verir misin? Yatağın üzerinde kalmış."
Çağrı sonlandırıldı.
Ne olmuştu şimdi? Aramamı yanıtlayan kimdi? Ben kime anlatmıştım kaçırıldığımı, kim yanıtsız bırakmıştı yardım çağrımı? Tuğba'mıydı? Bunu yapar mıydı, bu kadar vicdansız olabilir miydi? Ama ben ona yardım etmiştim, böyle yapmaması gerekmez miydi? Neden böyle yapmıştı şimdi? Neden konu ben olduğumda tüm insanların gözü kör, kulağı sağır ve vicdanı uyuyor oluyordu?
İçimdeki kurtulma umudunun son kırıntıları tek kullanımlık bu siyah telefonu tuvaletin giderine atmamla kayboldu. Kabulleniyordum artık, buradan kurtuluşum yoktu. Ben bu soysuzun elinde, karnımda onun bebeğiyle ölüp gidecektim. Umut yoktu ve umut varsa yaşam vardı. Umut yoktu ve umudun olmadığı yerde yaşamın esamesi bile okunmazken ölüm kol gezerdi.
"Hadi çık artık, beklemekten ağaç oldum burada." Samet'in sesini duymamla diz çöktüğüm fayansın üzerinden kalkarak bakıştığım telefonla göz kontağımı kestim. Göz yaşlarımı sildim ve ellerimi yıkayıp plastik kapıyı açtım. Samet yüzüme sorgular bir şekilde bakıyordu. Yutkundum ve içimdeki küçük kız çocuğu sancılı uykusunun arasında uyku mahmuru bir halde içimde belirdi. Ormanın koyu kahve rengindeki toprağının üzerinde çıplak ayakla yürümeye başladıktan sonra birkaç adım atıp durdum ve yan tarafımda bana eşlik eden Samet'e döndüm. Dudaklarımın titreyişine engel olamadığım için onları dişledim ve buğulanan gözlerimi şu anda neden durduğumu anlamaya çalışan Samet'in gözlerine diktim. Sesimin titremesine engel olamadan "Sana bir şey soracağım." dedim. Samet cümlemle bulunduğumuz bölgenin etrafında gözlerini gezdirip kolumu tuttu ve beni yürütmeye başladı. "Yürürken sor, dikkat çekeceğiz." Küçük adımlarla yürüyordum çünkü ayaklarımın altı bu toprak yolda gide gele taşlardan, kuru otlardan yara olmuştu. Yanağımdan süzülen göz yaşım çıplak ayağımın üzerine düştü. Burnumu çektim. "Beni arayan, bulmaya çalışan birileri var mı?" Tekrar durdum ve hissettiğim tüm yalnızlığı gözlerimden onun gözlerine akıttım. "Size haberi gelmiştir değil mi? Beni bulmaya çalışan biri var mı Samet? Beni Atıf itinin elinden kurtarmaya çalışan biri var mı?" Samet gözlerime, yüzüme baktı. Dili tutulmuş, dudakları aralanmamak üzerine kapanmış gibiydi. Saniyeler bir karınca gibi yavaş ama güçlüydü. Sustu, sustu ve sustu. Eğilip sürgülü metal kapıyı yukarıya doğru kaldırdı ve gözleriyle içeriye geçmemi işaret etti. Günlerdir tutsak olduğum betondan hapishaneme girdim ve kapıya doğru döndüm. Samet kolunu yukarıya doğru uzatıp metal kapıyı aşağı doğru çekeceği sırada içimdeki kız çocuğu tekrar sordu. "Kimse mi yok? Bir kişi bile mi?" Samet iç çekti ve kolunu indirdi. Bana doğru bir adım attı. "Yok." Yutkundu. "Seni arayan biri ya da birileri olsaydı kulağıma gelirdi ama yok. Tamam mı? Bunu mu duymak istiyordun?" Sakalını kaşıdı. "Bak, Gardiyan'ın elinden kurtulur musun, sağ bir şekilde buradan çıkar mısın bilemem ama Gardiyan çıkmaman için elinden gelen her işkenceyi yapar, yapıyor, yapacak. Dayanabilir misin, daha ne kadar dayanırsın bilmiyorum ki ben bu kadarını bile beklemiyordum. Sana tek bir şey söyleyebilirim. Daha önce de senin gibi onlarca kadını, erkeği, çocuğu tuttuk elimizde. Hepsi bir şekilde buradan kurtulabileceğini düşündü, kurtulmaya dair umutlarını yaşattılar içinde. Onlar o umudu yaşattıkça Gardiyan onları öldürmek için daha fazlasını yaptı. Umut etme, umut burada yaşatmıyor aksine umut öldürüyor." Tavandan sarkan ipe takılan gözleri cümlesinin ardından tekrar bana döndü. "İki saat sonra akşam yemeğini getireceğim, sen de biraz uyu." Gözleri acıyarak bakıyordu, kapıyı kapadı ve gitti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kaderin Kırmızı İpi
Ficção AdolescenteAlevinde yandım, külünde söndüm. ~~~ Psikoloji dördüncü sınıf öğrencisi olan Canan AKSU, aralarında can bağı olduğuna inandığı yakın arkadaşı Deniz ile İzmir'den İstanbul'a geldiğinde hayatın ona yeni bir sayfa açacağına inanır. Geçmişi ve bir daha...