Merhabaaa canlarım.
Yeni bölümle geldim, umarım beğenirsiniz. Bölüme geçmeden veya bölümden sonra Mavi Gri'den Şiir Senin Yüzündür şarkısını dinlerseniz çok sevinirim. Aslında ben her bölüme bir şarkı bırakıyorum ama çoğu zaman multimedya kısmında gözükmüyor. Umarım bu sefer gözükür.
Bölümü okumadan sol alt köşedeki yıldızı parlatıp sayfanızı aydınlatmayı unutmayın.
Satır aralarında buluşalım.
Soniki💚
~~~
Butimar, denize aşık bir kuşmuş. Her gün kıyısına konduğu denizi izler, o suya uzun uzun bakar ve "Bu deniz bir gün yok olursa, bu su bir gün kurursa ben ne içerim?" diye endişe edermiş.
Bu ölçüsüz aşkı Butimar kuşunun eceli olmuş. Hem kıyısından ayrılmayıp aşkla izlediği hem de içmeye kıyamadığı denizin yanı başında susuzluktan ölmüş.
Hepinizin birer Butimar olacağını bilsem de Butimar olmamanız dileğiyle...
~~~
Hava çok soğuktu. Ellerimi üzerimdeki uzun vişne çürüğü rengindeki hırkanın ceplerine sakladım. Ayaklarım çıplaktı. Ağaçların arasında, ormanın derinliklerinde bir yerlerdeydim. Etrafta çok güzel bir toprak kokusu vardı. Ama şu an hiç huzurlu değildim. Hızlı adımlar atarak ağaçların arasında ilerlemeye başladım. Saçlarım salıktı ve ben hızla yürüdükçe arkamda kara bir çarşaf gibi salınıyordu. Yürüdüğüm yerde, attığım her bir adımda ayağıma taşlar batıyor, ıslak toprak ayaklarıma bulaşıp ojeli ayak tırnaklarımın arasına giriyordu.
Bir hayvan uluması duydum. Yakın mıydı yoksa uzak mı? Anlayamıyordum ama daha hızlı koşmaya başladım. Ellerimi ağaçlara çarparak hızla bu ormandan bir çıkış yolu aradım. Geceydi ve etraf zifiri bir karanlığa hapsolmuştu. Bir karga öttü. Karga uğursuzluktu. Daha hızlı koştum. Dolunay vardı ve sadece ağaç yapraklarının arasından sızan onun ışık huzmeleri. Dudaklarım kurumuştu ve soğuk hava onları çatlatmıştı. Bir hayvan uluması daha ve bu sefer yakınımdan. Korkuyla ürperdim. Olduğum yerde duraksadım ve nefes nefese kalmıştım. Kalbim ağzımda, göğüs kafesimde, boynumda, kafamda, ayak parmaklarımın en ucunda, tüm vücudumdaydı ve tüm vücudum korkuyla zonkluyor gibiydi.
Boğazımı yırtacak kadar güçlü bir şekilde gözlerimi dolunaya dikerek bağırdım ormanın alacakaranlığında. "Kimse yok mu?" Etrafımda bir tur dönerken tekrar bağırdım. "Yardım edin." Susamış, korkmuş ve koşmaktan yorulmuştum. Sanki bu orman bir labirentti ve ben dönüp dolaşıp aynı yere geliyordum. Kalbimin en derinlerinde hissettiğim yalnızlıkla gözlerimden yaşlar süzülürken çamurlu ellerimle yüzümdeki yaşları sildim. Mırıldanarak "Kayboldum..." dedim ve dudaklarımı yaladım. "Kayboldum ve korkuyorum." Ormanın bir ucundan tanıdık bir ses geldi.
"Yekdanem..."
Duyduğum sesi önce algılayamadım. Gerçekten o muydu? Onun bu karanlık ve ıssız ormanda ne işi vardı ki? Peki benim bu karanlık ormanda ne işim vardı? Benim gittiğim, gezdiğim, gördüğüm ve sahip olduğum ormanlar asla karanlık olmazdı ve beni korkutmazdı. Onlar beni sarar, sarmalar, kaybetmez, yutmaz aksine bana yol gösterirdi.
Zihnimin bana bir oyun oynayıp oynamadığını anlamak için "Baba!" diye seslendim. "Baba burada mısın?" Sesin geldiği yöne doğru dizlerimdeki son güçle koştuğumda bir yola çıktım. Kafamı yolun sağ tarafına çevirdiğimde onu gördüm. "Baba senin burada ne işin var?" diye sorarken ona doğru yürümeye başladım. Ayaklarım yumuşak ve taşlı çamurdan çıkıp sert ve pürüzlü asfalta değdiğinde vücudum saniyelik titredi. "Benim yardımıma ihtiyacın olduğu için geldim güzel kızım. Sana yardım edeceğim." Ona doğru bir, on, yüz adım attım. Ama aramızdaki mesafe hiç kısalmadı. Yüzünü şefkatli bir gülümseme aldı. "Bana gelemezsin, sana sarılamam güzel kızım ama arkanda duran kişi bunları sana yapabilir." Adımlarım durdu ve gözlerim esen rüzgarla kapandı. Etrafa ferah bir koku yayıldı. Koşmaktan dolayı aldığım hızlı ve derin nefeslerle ciğerlerime çam kozalağı kokusu karıştı. Anılarım zihnimde bir deprem yarattı ve özlemle arkama döndüm. Oradaydı. Benim ormanlarımın sahibi bu sefer babamın tam karşısında, yolun sol tarafındaydı. Ben ise ikisinin tam ortasındaydım. "Cihan..." dedim gözlerimden süzülen yaşlarla. "Sevgilim sen nerelerdeydin? Bak, sensiz kayboldum işte. Beni neden bıraktın?" Ellerini öne doğru uzattı. Üstü başı onunda benim gibi çamurluydu. Toz toprak içindeydi ve yaralı gibiydi. "Geldim Canan. Ben seni bensiz bırakmam sevgilim." Göz yaşımın tuzlu tadını dilimde hissederken gülümsedim. "Seni çok özledim." Elleriyle gel işareti yaptı bana. "Gel sevgilim, ben de seni çok özledim." Kafamı iki yana sallarken göz yaşlarım şiddetlendi. Omzumun üzerinden babama döndüm. "Baba, seni de çok özledim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kaderin Kırmızı İpi
Novela JuvenilAlevinde yandım, külünde söndüm. ~~~ Psikoloji dördüncü sınıf öğrencisi olan Canan AKSU, aralarında can bağı olduğuna inandığı yakın arkadaşı Deniz ile İzmir'den İstanbul'a geldiğinde hayatın ona yeni bir sayfa açacağına inanır. Geçmişi ve bir daha...