Merhabaaa cankuşlarım. Umarım hepiniz iyisinizdir. Gitgide sona yaklaştığımız bu süreçte umarım okuduğunuz her bir satırdan zevk alıyorsunuzdur. Onlarla beraber üzülüp onlarla beraber gülüyorsunuzdur. Sizden tek bir ricam var, okuduğunuz karakterleri anlamaya çalışamanız. Çünkü her biri kendi kişiliklerine göre davranıyor ve biliyorum ki bazen yaptıkları ve söyledikleri şeyler size anlamsız gelebiliyor. Unutmayalım ki attıkları her bir adım ve yaptıkları her bir hamle kendi karakterlerinin sonuçlarından ötürü. Neyseee, bölüme geçelim.
Sol alt köşedeki yıldıza dokunup sayfanıza ışık olmasını sağlayın.
Sizleri seviyorum.💚
İyi okumalar diliyorum.
~~~
Aracın sürgülü kapısı sertçe kapandığında deri koltuğa yerleşmiş Kül'e döndüm. "Ne demek nereye gitmek istiyorsa oraya bırakın?" Şaşkın ifadem yüzüme yayılırken sesime ve tepkime de nüfuz etmişti. "Evi neredeyse mi? Melek Hanım mı?"
"Anne dememi bekliyor olamazsın değil mi Canan?"
Haklıydı bu siteminde. Anne demesini bekliyor değildim zaten ancak bu kadar soğuk ve sert bir kendinden uzaklaştırmayı da beklemiyordum. "Beklemiyorum." dedim karşısındaki koltuğa otururken. "Sadece çok sert bir tepkiydi. Çok soğuk ve çok uzak." Sakalını kaşıdı ve ciddi bir ifadeyle bana baktı. "Sana son bir açıklama yapıyorum bu konu hakkında. Bu açıklamayı da Canan olduğun için yapıyorum." Koltuğun yan tarafındaki kısma bastırdığında koltukların arasındaki kısım havalandı ve Kül, oradan cam şişeye uzandı. Tekrar kapattığı kapağın ardından bana döndü. "Seninle bundan yıllar önce, ilk zamanlarımızda bir film izlemiştik. Hatırlıyor musun?" Anımsıyordum filmi. Gece beraber izlemiş ve ardından kahvaltıda film hakkında konuşmuştuk. "Adamın öldü sanılan annesi yıllar sonra ortaya çıkıyordu. Adama ne oluyordu hatırlıyor musun? Aklını kaybediyordu. İşte ben de birkaç gündür o eşikteyim, delirmenin eşiğinde." Yüzümü buruşturdum. "Saçmalama," dedim bunun olabileceğini düşündüğüm için garip bir sesle. "Hoş bir örnek olmadı." Beni ti'ye alır gibi gülümserken eline aldığı cam şişenin kapağını açtı ve şişedeki sudan koca bir yudum aldı. "Yaşadığımız olay çok mu hoş Canan?" Dilini damağına vurdu ve olumsuz bir ifadeyle kafasını salladı. "Değil. Örneklerimin de hoş olmasını bekleyemezsin bu yüzden. Tıpkı tepki ve davranışlarımın da hoş olmasını, yapıcı olmasını bekleyemeyeceğin gibi." Sudan bir yudum daha alıp kapağını kapattı. "Çünkü kimse bana hoş bir şekilde gelmedi. Yapıcı bir olayla da gelmedi. Aksine otuz yaşında bir adamın tüm bildiklerini silip atacak, tüm kalelerini yıkacak şekilde geldi. Üstelik beni yıkan benim canım. Bu da olayın verdiği acı seviyesini de kat be kat arttırıyor. Unutmamak gerek." Kendini, hissettiklerini bana o kadar temiz ve açık ifade etmişti ki uzun süredir benimle bu kadar duvarsız konuşmadığını fark etmiştim. "Özür dilerim." dedim onun hissettiklerinin yoğunluğu beni kasıp kavururken. "Ben senin açından düşünemedim. Melek Hanım'ı da orada öyle görünce..." Su şişesini bana uzattı. "Kendimi arada kalmış hissediyorum." dedim elindeki şişeyi alırken. Benim de onun gibi duvarsız olduğumu, duygu ve düşüncelerimi açıkça ifade ettiğimi gördüğünde beni pür dikkat dinlemeye başladı. Şişenin üzerindeki etiketi tırnaklarımla kazımaya başlarken konuşmaya devam ettim. "Melek Hanım'ı haklı bulmuyorum. Hatta kendi çocuğum olduktan sonra onu daha da suçlu görmeye, haksız görmeye başladım. Çünkü evlat sevgisinin ne demek olduğunu kendim tattım. Ama aynı zamanda da onun yaptıklarını yapamayacağım, onun kadar güçlü ve dirayetli olamayacağım için de ona hayranlık duyuyorum. Onun çocukluğundan itibaren yaşadığı her şeyi biliyorum. Onu dinledim ben Kül, yaşadığı her şeyi kendi ağzından dinledim." Hüzünlü bir tebessüm yayıldı suratıma. "Bana yapılanın aksine ben onu gördüğümle yargılamadım. Elbette bana şunu sorarsın: her ne olursa olsun iki çocuğunu annesiz bırakmaya değer mi?" Derin bir nefes aldım. Her bir kelime boğazıma takılan bir olta misali canımı acıtıyordu. "Değmez." dedim. Gözlerine bakmaya başlarken gerçekten samimi olduğumu ona hissettirmeye çalıştım. "Önceki ben olsaydım, yani o masum Canan olarak karşılaşsaydım Melek Hanım'la onu canı gönülden kutlar ve onu tebrik ederdim. Çünkü o Canan, iyiliğin bir kişiyle bile başlayabileceğine inanıyordu. Bir insanın iyiliğinin tüm kötülükleri yenebileceğine inanıyordu. Her zaman kötülüğün karşısında durmaya ve hep iyi olarak kalmaya inanıyordu. Ancak anladım ki bu sadece masallarda olabilecek bir şeymiş. Senin iyi olman bir hiçmiş bu evrende. Bazen bencil olman gerekirmiş. Bazen de kendi iyiliğin için iyilik yapmayı bırakman gerekirmiş." Gülümsedim. "Hala kötü olmayı, kötülük yapmayı savunmuyorum ve anlayamıyorum lakin artık önce kendinin ve sevdiklerinin iyiliği için bazı insanların kötü şeyler yaşayabileceğini biliyorum." Gözlerim dolsa da gülümsemeye devam ettim. "Anne olunca bazı şeyler kafamda daha da belirginleşti. Kendim, bizzat Vera'nın iyiliği için öyle kötülüklere göz yumdum ki... Sen haklıymışsın. Bazen insanlar kötülüğü seçmezmiş, kötülük onları bulurmuş. Karar vermek senin elindeymiş. O kötülüğü yaymak ya da sadece hak edenlerin üzerine atmak. İşte insanı iyi veya kötü yapan buymuş." Şişenin ambalajını şişeden çıkarıp avcumun içine aldım ve orada buruşturdum. "Hiç kimse özünde beyaz veya siyah değilmiş. Hepimiz griymişiz. Ve aslında gri de güzel bir renkmiş." Şişeyi açıp bir yudum su içtim. "Bu yüzden anneni anlayamasam da onu suçlayamıyorum. Amacı ülke iyiliği, davasını korumak, her neyse, bunun için yaptığı şeylerden ötürü onu suçlayamam. Ama dediğim gibi de ben olsaydım bunu yapamazdım, yapmazdım. Vera'yı bensiz bırakmazdım." Ayağa kalkıp şişeyi oturduğum koltuğa attım ve onun yanına oturup eline uzandım. Koca eline iki elimi sararken gözlerine Vera'ya baktığım gibi şefkatle baktım. "Onu suçlamadığım gibi seni de suçlamıyorum. Seni de anlıyorum. Hatta seni o kadar iyi anlıyorum ki bu anlayış bazen Melek Hanım'a sinirlenmeme bile sebep oluyor. Bak Kül," dedim dilimdeki kilidi tamamen söküp atarak daha da açık konuştum. "Aramızda her ne yaşanırsa yaşansın ben senden ayrı kaldığım her gün şunu çok iyi anladım: ben senden başkasını sevemem, senden başkasına dokunamam ve senden başkasıyla yaşayamam. İyiliğinle, kötülüğünle seni sevmem gerektiğini öğrendim. Önceden nefret ettiğim Kül tarafını da bağrıma basmam gerektiğini, bunu reddetmenin elime bir şey geçirmeyeceğini... Beni kırdın, seni kırdım. Ayrı kaldık, mahvolduk. Daha ne kadar yaşarız, başımıza neler gelir bilmiyorum. Sen beni kendinden uzaklaştırmadığın sürece bu saatten sonra senden uzak kalmak istemiyorum." Bir eli yüzüme yaslandığında kafamı avcunun içine bastırdım. "Hemen eskisi gibi olabilirim demiyorum. Her fırsatta da seni yaptığın şeyleri yüzüne vurup seni bu şekilde kıracağımı da açık açık söylüyorum. Ama ne olursa olsun artık ben tek başıma olmak istemiyorum. Yoruldum. Beni anlayan biri varken o kişi daha fazla uzağımda olsun istemiyorum. Kavgalı olsak da, küs olsak da yan yana olalım istiyorum." Benim gözlerimdeki şefkat onunkilere de bulaşmıştı. Yeşil hareleri merhametle kaynaşmıştı. "Ki zaten artık uzak kalamayız. Benden uzak kalmak istesen de kızından uzak kalmak istemezsin." Tebessüm ederken kafasını iki yana salladı. "Yanılıyorsun." dedi kısık bir sesle. "Senden de uzak kalmak istemem. Bir daha, asla..." Kollarımı boynuna doladığımda bana sıkıca sarıldı. Dudakları boynuma değdi, orada dolaştı. Özlem gidermek ister gibi milim milim kımıldadı. Geri çekildiğinde kafamı omzuna yasladım. "Artık kızımla, Vera'yla tanışmak istiyorum." dedi. İstediği şey benim için dünyalara bedeldi. "Evet," dedim kolumu karnının üzerinden kaslı bedenine dolarken. "Tanışmanızın vakti geldi." Bir eli belimdeyken diğer eli kafamın arka tarafında saçlarımı okşuyordu. Bir anda endişeli bir ebeveyn ses tonuyla "Bunu nasıl yapacağız? Nasıl yapmak onda en az hasarı bırakır? Nasıl yaparsak benimle arasında sağlıklı bir bağ kurulur? En iyisini sen bilirsin, bana yol göster." dedi. Çenesini kafamın üzerine bastırdı ve iç çekti. "Ben nasıl baba olunur bilmiyorum." Acemiliğine, sesindeki endişe dolu tınıya koca bir gülümseme sundum. "Ben de nasıl anne olunur bilmiyorum, bilmiyordum." Sesim ona güven ve umut aşılamak için sevgi doluydu. "Bence hiç kimse bunu bilmiyor. Sadece içgüdülerinle ilerliyorsun. Doğru olanı içinde hissediyor, onun gözlerinde gördüğün parıldamayla da teyit ediyorsun." Geri çekilip yüzünü avuçlarımın içine aldım. "Vera, seni çok sevecek. Sana bayılacak. Eminim." Sahte bir kıskançlıkla maskelediğim suratımla dudak bükerken "Hatta benim pabucumu dama atacaksın." diyip kıkırdadığımda beni hızlıca kendine çekti ve sıkıca sarıldı. "Bunu nasıl yapıyorsun?" Yüzüm göğsüne yaslı olduğu için o görmese de kaşlarım havalandı. "Neyi nasıl yapıyorum?" dedim fazla sıktığı için boğuk çıkan sesimle. "Beni bu kadar mutlu hissettirmeyi. En önemlisi de her şeye rağmen huzurlu hissettirebilmeyi nasıl başarıyorsun? Özel güçlerin falan mı var yoksa bir süper kahraman mısın?" Kıkırdadım ve "Hiçbiri değil." dedim kafamı yukarı doğru kaldırırken. "Sen bana aşıksın. Bu yüzden." Kafasını salladı. "Aşığım..." Kafasını eğdi ve burnumun ucunu öptü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kaderin Kırmızı İpi
Teen FictionAlevinde yandım, külünde söndüm. ~~~ Psikoloji dördüncü sınıf öğrencisi olan Canan AKSU, aralarında can bağı olduğuna inandığı yakın arkadaşı Deniz ile İzmir'den İstanbul'a geldiğinde hayatın ona yeni bir sayfa açacağına inanır. Geçmişi ve bir daha...