BÖLÜM17:Tanıdık Yabancının Koynundaki Uyku

145 24 9
                                    

Merbabaaa cankuşlarım, yeni bölümle karşınızdayım. Umarım beğenirsiniz. Yorum yapmayı ve beni şuradan takip etmeyi unutmayın.

Sol alt köşedeki yıldıza dokunarak sayfanıza ışık olmasını sağlayın.

Sizleri seviyorum.💚

İyi okumalar diliyorum.

~~~

Canan AKSU'dan

Resmen delilikti bu. Onun yanında olmam, onunla aynı evde baş başa olmamız, onunla aynı yatakta uyuyacak olmam... Üzerimdeki rahatsız kıyafetler kurtulup altıma koyu lacivert sıkı dokulu bir tayt ve üzerime de krem rengi bir crop giydiğimde içimdeki büstiyerin vişne çürüğü rengindeki dantelli kısmı cropun alt kısmından gözüküyordu. Saçlarımı ensemin üstünde rastgele bir topuz yaptım ve odanın kapısını kapatıp yatak odasına geçtim. Kulağıma erişen su seslerinden onun duşa girdiğini anladığımda dolabın önünde parkenin üzerine serilmiş çıkardığı kıyafetleri görünce gözlerimi devirdim. Önce koşar adımlarla hole döndüm ve vestiyerdeki çantamın içinden telefonumu aldım. Ceren'in beni iki kez aradığını gördüğümde onu aradım ve telefonu kafamla omzumun arasına sıkıştırıp yere doğru eğildim. "Alev, nasılsın canım? Onun yanında ve tahminen baş başa olduğunuzu düşününce merak ettim seni." Çıkardığı beyaz gömleği aldım ve doğruldum. "İyiyim Ceren, bir eve geldik şimdi. Bir problem yok." Gömleğinden gelen koku ciğerlerimi dağlarken gömleği burnuma yaklaştırdım. O tanıdık kokusu hiç değişmemişti, hala mentollu hala çam kozalağı ve hala odunsu. Ben yokken bu dört yıl içinde bu kokuyu bu kadar yakından koklayan bir kadın olup olmadığı beynimde bir sivrisinek gibi vızıldarken Ceren'in anlattıklarına odaklanmak da zorlanıyordum. "Yalıda mısınız yani, bu üç gün boyunca? Deniz de orada mı peki?" diye sorarken yerdeki ceketini aldım. Yapmamam gerekirdi fakat ceketi kaldırdığımda ayak ucuma buruşmuş bir kağıt parçası düşmüştü ve merakla eğilip almıştım. "Evet bu üç gün boyunca yalıdayız. Ve kayınvalidem ile ilk defa bu kadar uzun kalacağım Alev. Deniz yok, keşke o da burada olsaydı. En azından tek gelini ile uğraşmak yerine ikimize pay ederdi o sivri dilini." Kıkırdadım ve Ceren'e motive edici birkaç cümle söyledim. Buruşmuş kağıdı açtım.

"Toy delikanlı büyüdüğüne göre
ardından duran bir atası kalmamalı.
Artık ata olması gereken veya olan sensin.
Varlığını unutmuş, seni kül etmiş adamım ben.
Bu kendine gelmen ve bana güçlü bir rakip olman
için sadece küçük bir başlangıç. Eski Kül ol ve karşıma öyle çık. Aleve ver, kora çevir, küle döndür. Başın sağ olsun."

Telefonum kayıp yere düştüğünde kağıdın üzerinde lacivert pilot kalemle yazılmış olan şeyi tekrar ve tekrar okudum. Ata olması gereken veya olan derken... Onun bir çocuğu olduğunu bilen biri mi vardı? Bilen biri vardı ve bunu alenen Kül'e söylüyor muydu? Gardiyan mıydı? O değilse kimdi? Eğilip telefonu aldım ve sakin bir şekilde Ceren'le konuşmaya çalıştım. "Yamaç ile görüşmem lazım." Elimdeki kağıdın fotoğrafını çektim. "Yarın görüşebilir miyiz, çok kısa bir süre. Sor olur mu Yamaç'a?" Katlayıp kağıdı ceketin cebine koydum ve ceketi de gömleğin arkasındaki askıya astım. Kumaş pantolonu da askıya asıp dolabın kapağını kapadım ve yatağın üzerindeki pikeyi açtım. Yastığı doğrulturken sırtımı yatak başlığına yasladım ve Ceren'le olan konuşmayı onunla göz göze geldiğimde kapadım. "Sonra tekrar ararım ben seni. Görüşürüz." Eğilip telefonumu yatağın sağ tarafındaki şifonyerin üzerine bıraktım. Doğrulup tekrar yatak başlığına yaslandığımda meraklı gözleriyle rastlaştım. "Sıhhatler olsun." dedim yumuşak bir sesle. Yüzüne çöken yorgunlukla tebessüm etti ve ışıkları söndürdü. Oda sadece ayın ışığıyla yıkandığında çoğunluğu kuru ve karanlık kalmıştı. Büyük üç adımla yatağa doğru geldiğinde ben kımıldayamadan yatağa yattı. Nemli saçları karnıma değdiğinde ve başını tamamen karnıma yasladığında derin bir nefes aldım. Saçlarından, teninden, tüm benliğinden yükselen kokusunu tüm göğsüme doldurduğumda içimdeki hava kabarcıklarının filizlendiğini hissettim. Sanki bahar gelecekmiş gibi. Ama bu sefer kendimi hemen teslim edemezdim. Sonuçta sonbahar da bahardı ama ilkbahara benzemezdi. O kışı başlatırdı ve onun diğer adı güzdü. Soğuğu, hüznü sırtında taşırdı. Kara ve kana gebe kalırdı ve kışla dünyanın üzerine yıkılırdı. Elleri usulca, bir engerek yılanının uçsuz bucaksız otlarla kaplı bir alanda sessizce ilerlemesi gibi önden ve arkadan belime dolandı. Uzattığım bacaklarımın üzerine bacağını da attığında ne yapacağımı bilemedim. Uzun süredir yani dört yıldır kimseyle bu kadar yakınlaşmamıştım. Ellerim Vera haricinde kimseye sarılarak uyumamıştı ve yatağı o hariç ve bazı geceler Ceren haricinde kimseyle paylaşmamıştım. Şu anda ise onunla sarmaş dolaş denebilecek bir halde diğer yandan ise annesinin dizlerine yatmış ve şefkate ihtiyacı olan bir anne ile çocuk gibiydik. O benim yatağımı paylaştığım ilk erkekti. Evimi paylaştığım, bedenimi paylaştığım ve kalbimi ise tamamen onun avuçlarına bıraktığım tek adamdı. Bundan sonra da başka birisi olmayacağını biliyordum. O benim aşık olduğum insandı ve her insan bir kez aşık olurdu. Belki onunla tekrardan aynı paylaşımları bir daha hiç yapmaz, yapamazdık fakat bu başka birisiyle yapacağım anlamına gelmiyordu. Zaten ne kalbim ne de aklım bu ihtimale yüzde bir değil yüzde sıfır virgül bir bile pay vermezdi. İç çekerek kokumu benim ona yaptığım gibi ciğerlerine hapsettiğinde elimi çıplak sırtına koydum. Sırtına kazınmış melek kanadı dövmesinin üzerinde titreyen parmaklarımı yavaşça gezdirdim. Acaba, aynı melek kanadı dövmesinin benim sırtımda da olduğunu bilse tepkisi ne olurdu? Ya da oraya yaptırdığım bu melek kanadının sebebini öğrense ne yapardı? Bir kızı olduğunu, kızının adının annesinin adı olduğunu, kızının daha minicik bir bebekken annesinin sırtındaki kemer izlerini öperek geçirmeye çalıştığını bilse ve benim de kızı annesinin yaşadıklarını anlamasın, onun berrak zihnine bunlar yazılmasın diye oraya bir melek kanadı işlettiğimi bilse, ne tepki verirdi? Diğer elimi hissetmeyi özlediği o asi saçlarının arasına daldırdım. Nemli saçlarınının arasından nazikçe parmaklarımı gezdirirken "Deden için üzüldüm." dedim. Onu kaba olmakla suçlayıp dedesinin ölümünün ardından yanında olup da baş sağlığı dilememek olmazdı. O zaman asıl kaba ben olurdum. Üzülmüş müydüm, hayır. Zaten o da üzülmediğimi gözü kapalı anlayabilirdi. "Başın sağ olsun." Ne diyecektim ona hitap olarak? "Kül." dedim hızla. Diğer ona layık olan tüm sıfatlar şimdilik tozlu bir çarşafla dilimin altına gömülmüştü. Günün birinde çıkar mıydı oradan bilemezdim. Ona Kül dediğimde kasıldığını hissettim fakat yüzünde mimik oynamadı. "Sen sağ ol da," dedi tüm içtenliğini odaya dökerken. "Gerisi mühim değil." İç çektim. Gerçekten öyle miydi? Artık hayatında benden başka onun için önem arz eden bir şey yok muydu? Belki de abartıyordu, bilmiyordum fakat sustum ve saçlarıyla oynamaya devam ettim. Nefesleri ılık ılık karnımın üzerinden kayıp gidiyordu. Ruhumun yavaşladığını hissettim. Sakinleştiğini ve acılarının fokurdamasının ise azaldığını. İçimde göz göz olan o acılar şimdi durgunlaşmıştı. Ya onun acısını kendi acılarımın önüne koymuştum ve bugün onu daha çok üzmemeye çalıştığım içindi ya da gerçekten annem haklıydı ve derdim o olduğu gibi dermanım da oydu. Bilmiyordum fakat anda kalacaktım. Onun yanındaydım ve ruhum dinginleşmiş, düşüncelerim susmuş ve kalbim ise iş başına geçmişti. "Canan," dedi. Adımı zikredişi sanki onun için bir ibadetti ve o bunu huşu içinde yapıyordu. Galiba her ne kadar bu ismi duymak istemesem de o söyleyebilirdi. O söylesindi, bin bir kere söylesin isterdim. Belki tekrar Canan olurdum. Ama bunu ondan isteyemezdim çünkü lanet olası bir gururum vardı. "Sen," dedi fısıldayarak. Kapalı tuttuğu gözlerini açtığında ay ışığının parlattığı o yeşil gözleri kahve topraklarıma gömüldü. Merak içinde "Efendim," dediğimde tebessüm etti. "Sen eskisinden biraz daha farklı kokuyorsun." Kaşlarım çatılırken saçlarının arasındaki elim kımıldamayı kesti. Kötü mü kokuyordum? En son dün duş almış olmam gerekirdi ve kötü kokacak kadar terlediğimi de düşünmüyordum. Ki zaten ben genelde ter kokmazdım ve epey kalıcı bir parfüm kullanıyordum. "Nasıl yani?" dedim cevabından biraz çekinerek. Derin bir nefes daha aldığında sanki cennet kokusuydu, yüzünde öyle bir huzur vardı. "Eskisinden daha da güzel bir koku. Efsunlu gibi. Bebek kokuyorsun sanki. Nasıl anlatsam sana, bir çocuğa sarılmış gelmiş gibi, o masum bebeğin kokusu sana da bulaşmış gibi. Anne gibi kokuyorsun sen. O huzur veren bir anne kokusu vardır ya hani, öyle işte. Tıpkı benim annem gibi kokuyorsun sen." Sözleri karşısında benim dilim lal olurken onun belimdeki eli sıkılaştı. Kafasını karnıma biraz daha bastırdı ve tekrar gözlerini yumdu.

Kaderin Kırmızı İpiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin