Merhabaaa cankuşlarım. Nasılsınız, umarım hepiniz iyisinizdir. Yeni bir bölümle karşınızdayım, umarım hepiniz çoook beğenirsiniz. Bölüme geçmeden önve sizden küçük bir isteğim var: Yorum yapmanız. Bölümle alakalı düşüncelerinizi lütfen benimle paylaşın çünkü hepsi benim için çoook önemli ve değerli. Şimdiden teşekkürler🐣
Sol alt köşedeki yıldıza dokunarak sayfanıza ışık olmasını sağlayın.
Sizleri seviyorum💚
İyi okumalar diliyorum.
~~~
"Hesaplaşmaya!"
Ne hesaplaşmasıydı ve sesi neden bu kadar kasvetliydi? Kalbimin sakladığım her şeyin gün yüzüne çıkması endişesiyle hızlandığını fark ettiğimde yutkundum. Kapıyı kapamak için arkama döndüğümde Deniz'in hala merdivenin en alt basamağında, omuzlarından sarkan battaniyeye sarılmış bir vaziyette beni izlediğini gördüm. "Canan," diyerek o basamağı da arşınladı ve bana doğru geldi. "Cihan neden sana bu kadar öfkeli bilmiyorum ama sana ne söylerse söylesin ne yaparsa yapsın -ki o sana zarar verecek bir şey yapmaz- ben buradayım. Üzülürsen omzumda ağlayabilirsin ve ben de senin göz yaşlarını silerim. Unutma olur mu, senin kardeşin hep burada?" Eğilip yanağıma kar tanesinin tene değip kayboluvermesi gibi bir öpücük kondurdu ve kapıyı kapadı. Deniz'in de işlerin yolunda gitmediğini anlaması ve resmen her şey çok kötü olacak ama ben buradayım konuşmasının ardından yüzümü kapıdan bahçeye doğru çevirdiğimde onun arabaya bindiğini, arabayı çalıştırdığını ve beni beklediğini gördüm. Küçük ama hızlı adımlarla arabaya ilerledim. Onun gibi heybetli olan cip tarzı aracının yanında durdum. Elimi kapının koluna koydum ve kafama gökyüzüne doğru kaldırdım. "Sen güçlüsün ve bunu da atlatacaksın. Alev'sin sen, onun karşısında Canan değilsin artık." Mırıldanarak söylediğim cümlenin ardından derin bir nefes aldım. Ani bir korna sesi akşamın karanlığında koca bahçede yankılandığında olduğum yerde zıpladım. Kolu çekip kapıyı açtım ve kafamı eğip "N'apıyorsun ya sen? Ödümü kopardın." diye bağırdım. Bana dönmedi ve elini direksiyona yerleştirdi. "Bin Canan." Emreden tok sesiyle yutkunurken koltuğa oturdum ve kapıyı çektim. Kemerimi takmadığımda içimden bir ses, belki de Canan'ın zar zor nefes alan ufalanmış parçası kemerimi takmamı beklesin ve hatta söylesin hatta ve hatta eğilip kemerimi taksın istedi.
Canı olduğunu söylerken bunu hissettirsin istiyordu.
Gaza bastığında o ufalanmış parçanın tüm heveslerinin tekrar kabuğuna çekildiğini biliyordum ama artık pek de bir önemi yoktu çünkü Alev tüm varlığıyla kabuğunu kırmış ve bedenimi ele geçirmişti. Ceketimi ve çantamı arka koltuğa bıraktığını ikimizin arasındaki yukarıda asılı olan aynadan gördüm. Bacağıma doğru klimadan üfüren sıcak hava ise yavaş yavaş içimi ısıtıyordu. Ama buna gerek yoktu, zaten benim damarlarımda cehennemden çaldığım ateşin korları geziniyordu.
Kafamı ona doğru çevirdiğimde kasılan çenesinin kemikleri tüm sivriliğiyle meydandaydı. İçindeki zehrin dışa yansıması olan yeşil gözleri pür dikkat yolda ve kirpikleri savaş süvarileri gibi sırayla o zehrin etrafındaydı. Yakışıklı esmer çehresi şu an güzelliğini perdeleyen bir öfke maskesiyle selamlaştığında beni korkutan bu şeyin onun taşıdığı öfke maskesi olmadığını fark ettim. Beni korkutan benim maskelediğim şeylerdi. Onun öğrenmesinden korktuğum her şey ve bu her şey o kadar büyük şeylerdi ki bunlardan bir tanesini bile öğrenmesi sonucunda Kül nasıl bir kişiliğe bürünürdü bunu bir zamanlar en yakını olan ben bile tahmin edemiyordum. Bazıları benim sakladığım şeyler karşısında beni ne kadar cesur ve korkusuz olarak nitelendirse de ben kendimi korkak bit aptal olarak nitelendirmeyi tercih ederdim. "Nereye gidiyoruz?" Sorduğum soruyla beraber göz ucuyla bana baktı ve benimle alay eder gibi konuştu. "Merak etme, şehir dışına çıkmıyoruz." O gün ona söylediğim cümleye gönderme yaptığında ne diyeceğimi bilemedim. "Bu kadar sinirli olmanın sebebini anlayamadım. Ayrıca sinirli olmanın benimle ne ilgisi var bunu da anlayamadım. Üstüne üstlük beni böyle zorla bir yerlere götüremezsin." Kafasını bana doğru çevirdi ve beni baştan aşağı süzdü. "Seni zorla getirmedim. Gel dedim geldin, bu kadar. Gitmek veya gelmemek de eylemlerin olabilirdi fakat sen gelmeyi tercih ettin." Yüzünü eğilip biraz daha yüzüme yaklaştırırken o kadar duygusuzdu ki ürperdiğimi hissettim. "Geldin çünkü öfkeme sebep olan şeyin seninle alakalı olabileceğini biliyordun. Beni sinirlendirecek şeyler yaptın veya saklıyorsun. Hangisi olduğunu öğrenmek istedin. Değil mi Canan?" Yutkunduğumda geri çekildi ve yola bakmaya başladı. Kafasını hayal kırıklığıyla iki yana sallarken eliyle direksiyona vurdu. "Allah kahretsin." Ne olduğunu anlayamıyorken gerildiğim için ellerim titremeye başlamıştı. Yumruk yaptığım ellerimi dizlerimin üzerine koydum. "Denemek istedim seni. Kısa bir oyunla benden saklayıp saklamadığın şeylerin olup olmadığını öğrenmek istedim. Şu haline bak Canan," diyip bana döndü. "Korkudan bembeyaz kesildin. Ellerin titriyor, hızlı hızlı nefes alıp veriyorsun. Sakladığın bir şey olmasa neden bu halde olasın ki?" Sol eli hızla saçlarının arasından geçerken onları çekiştirmişti. "Birden Canan diye bağırıp beni apar topar dışarı çıkardığın için bu halde olabilir miyim acaba? Bir de sinirli sinirli konuşuyorsun, sanki düşmanın var karşında." Toparlamam gerekiyordu ve Kül'ün bu yemini bir Sazan balığı gibi nasıl yediğimi düşünmem gerekti. Karşımda onun olduğunu unutmamalıydım, hiçbir zaman. El frenini sertçe çektiğinde kafam koltuğa çarpıp tekrar öne geldi. "Ben bunu, durumu kurtarma numaranı yer miyim sence Canan?" Derin bir soluk verdi. "Bilmiyorum farkında mısın ama senin emeklemeye başladığın o yolun taşlarını ben döşedim, ben. Sen giderken ben kaçıncıya dönüyorum senin haberin var mı?" Durdurduğu arabanın kapısını açtı. Cebinden çıkardığı paketten bir dal sigarayı dudağının arasına yerleştirip ucunu ateşe verdi. Bir süre boyunca içinde alevlenen öfkeyle sigarasını nefesledi ve sonra izmariti aralık kapıdan dışarı attı. "Seninle bu konuşmayı yaptığımıza inanamıyorum." diyerek bana döndü. "Senin karşında Kül olmaktan nefret ediyorum ama beni buna mecbur bırakıyorsun. Sikeyim böyle işi." Dudaklarımı dişlerken ona dönmedim ve göğsümün üstünde sarmaladığım kollarıma bakmaya devam ettim. "Aradan dört yıl geçti. Zaman elbet değiştirdi seni, beni, herkesi ve her şeyi. Ayriyeten sana yaşattığım veya yaşamana sebebiyet olduğum şeylerin de değişimine olan katkısı göz ardı edilemez fakat..." Büyük eli yanağıma düşen saçlarımı kulağımın arkasına ittiğinde temasıyla titredim. Kafamı ona doğru çevirdiğimde yıkık bir şehri andıran gözleri bana bakıyordu. "Seni her ne olursa olsun Canan olarak görmek istiyordum. Yıllarca Canan'ı aradım ben. Benim naif, masum, güzel Canan'ımı. Ama sen, kahretsin." Aralık kapıyı sonuna kadar açıp ayağını dışarı attı. Beni arabada yalnız bıraktığında arabanın ön tarafına dönüp gözlerimle onu takip ettim. Yüreğim ise zaten yıllardır onun yolunu gözlüyordu. Ben ne kadar bu gerçeği kabullenmek istemesem de.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kaderin Kırmızı İpi
أدب المراهقينAlevinde yandım, külünde söndüm. ~~~ Psikoloji dördüncü sınıf öğrencisi olan Canan AKSU, aralarında can bağı olduğuna inandığı yakın arkadaşı Deniz ile İzmir'den İstanbul'a geldiğinde hayatın ona yeni bir sayfa açacağına inanır. Geçmişi ve bir daha...