Merhabaaa cankuşlarım. Nasılsınız, umarım hepiniz iyisinizdir.
Hepinizi çok özlediğimi dile getirirken sizlerin de bizleri çok özlediğinizi biliyorum. Bu bölüm hakkında söylemek istediğim bir şey var, onu da ekleyip sizi bölümle baş başa bırakayım. Bu ve birkaç bölümün geçiş bölümü olduğunu bilmenizi ve bir sonraki bölümün de çok istediğiniz Cihan'ın ağzından olacağını söylemek istedim.
Beni buradan takip ederseniz çok mutlu olurum. ve lütfen bölümle ilgili düşüncelerini benimle paylaşmayı unutmayın.
Sol alt köşedeki yıldıza dokunarak sayfanıza ışık olmasını sağlayın.
Sizleri seviyorum.💚
İyi okumalar diliyorum.
~~~
Ceren'in timsah derisinden olma çantasının içinden çıkardığı anahtar kapıdaki yuvasına yerleştiğinde dik tutmaya çalıştığım omuzlarımı düşürdüm. Yorgunluktan olduğum yere düşecek gibi hissederken yeni taşındığım bu yere -yeni evimize- girerken yorgun gözükmemeliydim. Vera, beni böyle görmemeliydi.
Uzun sayılamayacak olan iki haftadan biraz daha fazla olan bu geri dönüş serüvenimizde bir çırpıda o kadar çok şey yaşanmış, o kadar çok his gün yüzüne çıkmış ve o kadar çok anı geri canlanmıştı ki zihnim bu yaşananlara ayak uydurmakta zorlanıyordu, fazlasıyla. Bu yaşananlara ayak uydurma çabam bir yana dursun beni daha da zorlayan şey İstihbarat'ın bu yaşananları öğrenme ve benden daha çoğunu talep etmesiydi. Onlara ne verip ne vermeyeceğimi ölçüp biçmek, benden istedikleri listenin ne olduğunu öğrenebilmek -ki daha listenin l'sini bile öğrenememiştim- ve tüm bunlar yaşanırken İstihbarat'a çalıştığımı hem Çekiç'e hem de Kül'e çaktırmamaktı. Bu olan ve oldurulmaya zorlanan tüm şeyler bir yana benim için bu olanlara katlanmamı sağlayan tek bir şey vardı ve bu diğer hepsini izini bile bıraktırmadan silip atardı. Kızım, bebeğim, canımdan bir parçam, yol arkadaşım ve bana yeni bir yaşama sebebi veren Melek'im, Vera'm. Onu bu keşmekeşin içinde önceliğim olarak tutmaya çalışmak, alengirli olayların içinde kaybetmemek en büyük temennimdi. Bunu bu sıralar yapamadığımı bilmek kalbimi çok acıtıyordu. Onun bensiz uyuyamadığını bilmeme rağmen gece eve geç saatlerde geliyor –şu anda olduğu gibi- ya da hiç gelemiyordum. Benim yapmadığım yemeği yemeyeceğini bilerek onun öğünlerini atlamasına sebep oluyordum. Tüm bunları es geçersek beni görmeden iki saatten fazla ağlamadan durmayan bebeğimi ağlayacağını bile bile bensiz bırakıyordum. Bunların hiçbirini isteyerek yapmıyor olmam veya yapmak zorunda olmam vicdan azabı çekmemi engellemiyor ya da çektiğim azabı azaltmıyordu. Zaten benim kızıma olan çok ama çok büyük borcum vardı: babası. Ben ondan babasını veyahut babasından onu almışken bir de annesini kaybettiği hissini ona veremezdim. Bunu hiçbir iyi anne yapmazdı. Ben de zaten iyi bir anne olmadığımı biliyordum ama elimden geldiğince ve gücüm yettiğince iyi bir anne olmaya çalışıyordum. Fakat, galiba başaramıyordum. Ben kötü bir anneydim. Tıpkı annem gibi.
Kapıyı itip içeri giren Ceren'in ardından eve girdiğimde evin içinden burnuma dolan kokuyla gülümsedim. Üzerimdeki kabanı çıkarıp vestiyere astım. Ben bunları yaparken Vera'nın koşarak hole gelmemesi dikkatimi çekmişti. Yutkundum ve onun uyuduğu için bana koşarak ve "Anneciğim," diye bağırarak gelmediğini düşündüm. Ceren de buna alışık olduğu için yüzünde tuhaf bir mimik ve havalanan kaşları ile ceketini çıkarmıştı. Gözleri hole açılan kapıların üzerinde dolaştığında benim de kendisiyle aynı düşüncede olduğumu fark etmiş olmalıydı ki yanıma geldi ve elini omzumun üzerine koydu. İnce, uzun parmakları omzumu sıkarken önüme düşen kızıl saçı itti. "Uyumuştur belki de. Saat gece yarısını geçti." Uyumadığını hissetsem de kafamı onu onaylayacak şekilde salladım. Dediği şeyin altını doldurmak ister gibi kolundaki altın saati yüzüne doğru yaklaştırdı ve ardından bana döndü. "Neredeyse gece bir olmuş saat. 00.43." O arkamda ben önünde oturma odasına doğru ilerlediğimizde kapının aralığında duraksadım. Gözlerimle oturma odasını taradığımda yüzümde küçük bir gülümseme peyda buldu fakat hüzüne bulaşmaya ihmal etmemişti. Semih ile Vera takım olan dinozorlu pijamalarını giymişlerdi. Turuncu üzerine lacivert dinozorlu olan takım Vera'nın ve lacivert üzerine turuncu dinozor olan takım ise Semih'indi. Kırk yaşında olan bir adama böyle bir pijamayı elbette küçük bir kız çocuğu giydirebilirdi ve ayrıca Semih her ne kadar bu pijama takımından nefret ettiğini, kendisine hiç yakışmadığını söylese de bence Semih'e en çok yakışan pijama takımı buydu. Bir de pandalı pijama takımları vardı fakat o gerçekten çok komik ve berbattı. Vera onu istememiş olmalı veya Semih, Vera'yı bunu giymeye ikna etmiş olmalıydı. İkisi halının üzerine yastık ve battaniyeleri kullanarak Vera'nın deyimine göre bir şato yapmışlardı. Semih ile yan yana yüz üstü uzanmışlar ve açık olan televizyonda oynayan prensesli bir animasyon filmi seyrediyorlardı. Seyrediyorlardı demek pek doğru olmazdı şu an için çünkü Semih kolunun üzerine koyduğu kafasıyla pek de rahat olmayan bir pozisyonda uyuya kalmıştı. Vera ise elindeki kırmızı renkli keçeli kalemle Semih'in burnunun ucunu yavaşça boyuyordu. Cebimden sessizce telefonumu çıkardım. Bu ana istediğim zaman geri dönebilmek için. Vera'nın yüzündeki o mimikler o kadar tatlıydı ki koşup onu kucağıma almak ve öpücüklere boğmak istiyordum. Yakalanma veya Semih'in gözlerini açmasa ihtimaline karşın endişeli gözleri ama yaptığı işten keyif aldığını ve çok eğlendiğini belli eden iki yana kayık gibi açılmış olan dudaklarıyla çok sempatikti. Benim kızım diye demiyordum fakat Vera her haliyle çok ama çok güzel bir kızdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kaderin Kırmızı İpi
Ficção AdolescenteAlevinde yandım, külünde söndüm. ~~~ Psikoloji dördüncü sınıf öğrencisi olan Canan AKSU, aralarında can bağı olduğuna inandığı yakın arkadaşı Deniz ile İzmir'den İstanbul'a geldiğinde hayatın ona yeni bir sayfa açacağına inanır. Geçmişi ve bir daha...