BÖLÜM34:Beyaz Sayfa

125 19 2
                                    

Merhaba cankuşlarım, nasılsınız? Hepinizin iyi olduğunu umarak sizi bölümle baş başa bırakıyorum.

Son on...

Sizleri seviyorum.💚

İyi okumalar diliyorum.

~~~

Sebebi olduğu yeşil gözler bana arkasını dönüp evden çıktığında Melek Hanım'ın yüzüne baktım. "Siz içeri geçin. Ben hemen geleceğim." Hızlı adımlarla kapıya ilerledim ve evin çelik dış kapısını açıp evden çıktım. Acı kahve gözlerimle bahçeyi taradığımda bahçedeki oturma grubunda oturduğunu gördüm. Yanına doğru ilerlemeye başladığımda o beni fark edemezdi çünkü sırtı eve yüzü ise evin etrafını çevreleyen sıralı ağaçlarda olmalıydı. Aklıma bir sağanak gibi yağmaya başlayan anılarımız, kalbimde sel olup taşan ve tüm duyguları içine kata kata ilerlediği bir afet, yaratması ben önleyemeden gerçekleşivermişti. Yılların hızla akıp gittiğini ve zamanın gerçekten durduralamadığı gerçeğiyle bir kez daha yüzleştiğimde zamanın akıp giderken bizim olduğumuz yerde durup kalmamızın da hayata kafa tutmaktan başka bir şey olmadığına karar vermiştim. Bu yüzden artık olduğum yerde durmak değil, zamanın akışına ayak uydurmak istemiştim çünkü zaman da bıçak gibiydi. Bıçak onu elinde tutan insanın istediği şeyi keserken zamanla aralarında bir fark yaratıyordu. Zaman insanın istediği şeyi değil, insanın kendisini kesiveriyordu. Zaman acımasızdı ve bunun bir çaresi de yüzyıllardır bulunamamıştı. Bizim de yapacak bir şeyimiz yoktu, akışa teslim olmak dışında.

Elimi omzuna koyduğumda bedeni kasıldı fakat başını bana doğru çevirmedi. Yaşanılan şeyden rahatsız olduğunu ve istemediğini bildiğim için kendimi açıklama ihtiyacı duyuyordum. Karşısındaki tekli koltuğa geçerken "Ben çağırmadım ve hatta geleceğinden haberim bile yoktu." dedim. Oturdum ve bacak bacak üzerine atıp ellerimi de bacağımın üzerine koydum. Gözleri bana kaymıyor, masanın üzerindeki terk edilmiş sigara paketinin üzerinden de kımıldamıyordu. "Kül," dedim fakat bana dönmek yerine parmakları arasındaki sigarayı dudaklarının arasına götürmekle yetinmişti. Bunu önemsememeye çalışıp "Annen," kelimemle gözlerini yumduğunda dudaklarımı birbirine bastırıp sustum. Durumu toparlamaya çalışmalıydım. Öksürdüm ve "Melek Hanım, bu eve daha önce gelmişti. Bizim burada olduğumuzu da birilerinden öğrenmiş olmalı. Bilmiyorum belki de Vera'yı özlediği için gelmiştir. Ya da seni görmek seninle konuşmak niyetiyle..." İç çektim ve ofladım. "Bilemiyorum."

Sigarasındaki son zehirli nefesi alırken gözleri yüzüme düştü. İçine çekerken de üflerken de beni izledi ve en sonunda elindeki izmariti masanın ortasındaki küllüğe bastırıp arkasına yaslandı. "Canan," dedi. İsmimi nasıl bu kadar ahenkli ve hala nasıl bu kadar duygu yüklü söylüyordu anlayamıyordum. "Bana kendini açıklamak zorunda hissetme." Gözleri bahçenin girişinde değişim zamanı gelen korumalara döndü. Birkaç saniye onları izledikten sonra tekrar benim kahvelerime yerleşen yeşilleri içimde akıp giden bir şeyleri tetikliyordu. "Sen de çağırmış olabilirsin. Evet, bu benim isteyeceğim bir şey değil fakat şu anda ve şu durumda senden bana saygı duymanı, benim duygu ve düşüncelerimi önemsemeni isteyebilecek yüzüm yok. Ayrıca eğer Vera, onu babasının annesi olarak biliyorsa." Cümlesini yarıda kesip derin bir soluk aldığında bu hali içimde ağlama isteği var etmişti. "Yani onu babaannesi olarak tanıyor, biliyor ve onunla görüşüp konuşuyorsa, yani ikisinin hayat rutinlerinde bu varsa bunun bozulmasını ve değişmesini istemem. Zaten Vera'nın rutini gerek sizin Türkiye'ye gelmenizle gerek bu tanışma olaylarıyla falan yeteri kadar bozuldu. Daha fazlasına lüzum yok." Onun düşünceli hali yüzümde tebessüm oluşturduğunda "Sen nasıl ki kızını önemsiyorsan ben de seni önemsiyorum." dedim. Yüzümdeki tebessüm bu cümlemle onun yüzünde de ikizine kavuştuğunda konuşmaya devam ettim. "Melek Hanım'la da konuşacağım. Neden geldiğini öğreneyim ve onu bu konuda uyarayım. Kendisi her ne kadar seninle ve Simge'yle görüşmek istese de sizin istekleriniz de tıpkı onunkiler kadar önemli. Karşılıklı istek ve rıza olursa elbet görüşürsünüz. Hem eminim, Melek Hanım da buna saygı duyacaktır." Gülümserken ayağa kalkmıştı. "Hiç değişmemişsin Canan." Yürümeye başladığında ben de ayağa kalktım. "O ne demek ya?" dediğimde omzunun üzerinden bana döndü. "Hala benimle diğer insanlar arasında ara buluculuk yapıyor, köprü kuruyorsun." Yanına gittiğimde kolumu tuttu ve eğildi. Dudaklarını alnıma bastırıp geri çekildi. "Kendini kimse için bu ben veya bir başkası fark etmez, ipin ortasına yerleştirme. İp koparsa iki uçtakilere bir şey olmaz çünkü ip hep ortadan incelip kopar. Unutma." Dedikleri zihnimdeki mantık terazisinde tartılırken Sedat'ın aracı çalıştırdığını görmüştüm. "Sen nereye gidiyorsun?" dediğimde yüzü ciddi haline büründü ve "Baran ile görüşeceğim. Ardından da Silivri'deki bir mekanda Çekiç ile katılmamız gereken bir davet var."

Kaderin Kırmızı İpiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin