"Mümkünatı yok! Hiç kimse böyle bir şey yapa.."
"Tabii ki yapabilirim."
Yüzünde, kırılmış bir camın parçasının kenarları gibi keskin bir gülümseme belirdi ve gözleri mavi bir ışık gibi parladı.
"Bu iğrenç şeyi benim arazimde görmek istediğimi düşünmüş olamazsın."
Kısa bir süre sonra, şiddetli kızıl bir fırtına tüm labaratuvarı kapladı. Genç adam bu fırtınayla birlikte labaratuvarda çalışan herkesi öldürdü. O kadar tek taraflı bir çarpışmaydı ki bunu onun tek başına yaptığını düşünmek imkansız gibi bir şeydi. O sırada denekler ellerine geçen fırsatı değerlendirdi ve labaratuvardan kaçtı. Bende onlardan biriydim. Genç adam bizi umursamadı. O gün duyuruldu ki Karanlıklar Şehri Carnot'un sahibi değişmiş ve yeni kralın adı Lakis Avalon'muş. Bana, roman dünyasının içinde olduğumu fark etmemi sağlayan ilk kişi böylelikle o oldu.
Sarışın adam labaratuvardaki insanları katletmekle meşgulken arkama bile bakmadan oradan ayrıldım ve karanlıkta saklandım. Bu kadar çok maddeyi emmeme rağmen onu yenebileceğimi düşünmüyordum. Sadece onun bir canavar olduğunu söylebilirdim. Genç adamın ismi bilindikti çünkü gecenin geç saatinde çıkan Carnot'un yeni kralı haberleri tüm şehirde yankı etkisi yaratmıştı.
Bulunduğum labaratuvar.. Tarihsel kalıntıların bilinmeyen gücü.. Şehrin adı.. Ve bu yerin yeni yöneticisi olan adamın ismi ve görünüşü..
O anda taşlar yerine oturmaya başladı. Beklenmedikti ama içimde bulunduğum dünyanın geçmiş hayatımda okuduğum roman dünyasıyla aynı olduğunu fark etmem sanki sonunda yapbozun son parçasını da yerine oturtmuşum gibi hissettirdi. Geçmiş hayatımda kitap okumak küçük bir hobimdi. Aralarında ölmeden önce okuduğum son romanın da benim şu an yaşadıklarıma benzer bir konusu olduğunu hatırlıyordum. Geçmiş hayatımın üzerinden uzun bir süre geçmiş olmasına rağmen labaratuvarda yapılan çeşitli deneyler sonucu hafızam daha güçlü bir hale gelmişti. Bu yüzden ne kadar eski olursa olsun, anılarım çok güçlü hissettiriyordu.
Aşk romanı ya da gerilim romanı olarak ayırt edilemeyen bir türe sahip romanın adı "Çiçeklerden Zincir" idi. Okuyucular tarafından Çiçek Zinciri olarak kısaltılan roman kan ve vahşet dolu aşk, savaş konuları ile donatılmış bir romantik-gerilim kurgusuydu. Başlıkta olduğu gibi, ana kadın karakter yeşil bir evde yetişmiş güzel bir çiçek olarak tasvir edilmişti. Başrol kadın karakterin adı "Annmarie Blanche" idi. Halktan biri olmasına rağmen yaptığı işler sayesinde yükselen bir aristokrat olmayı başarmış bir adamın kızı olarak dünyaya gelmişti. Ancak daha sonra babası gemide olan mallar ile birlikte denizin derin suları içinde boğulmuş ve hayatını kaybetmişti. Her şeylerini yitiren ve geride sadece kız kardeşi ve kendisi kalan kadın kahraman başta çaresizlik içindeydi ama zamanla dimdik ve tek başına ayakta durmayı başardı. Her zaman etrafına parlak ve nazik bir aura yayardı. Bu yüzden etrafındaki insanlar cinsiyet ayırt etmeksizin, tereddüte düşmeden ondan kolaylıkla etkilenirdi. Sonrasında kendisine aşık olan erkek karakterler arasından en havalı olanlardan biri olan ve aşk yemini eden erkek karakteri seçti. Bir başka ifadeyle roman yalnız kalmasına rağmen ağlamayan her şeye rağmen hayatta kalmayı başaran ve en sonunda zengin ve onurlu biri olan kadın karakterin hayatını anlatıyordu.
Hayır, aslında son kısım hakkında tam olarak emin değilim. Neyse ne, yine de mutlu bir sonla bitiyordu. Ama roman boşu boşuna mı romantik-gerilim türündeydi? Tabii ki hayır.
Çiçekten bal emmeye gelen bal arılarının arasına sızmış bir de yaban arısı varmış ve bu yaban arısının adı da romanın kötü karakteri Lakis Avalon'muş. Evet romanda kadın karakterin hayatını zindana çeviren kişi Lakis Avalon'du, labaratuvarı yok eden adamla aynı kişi. O kadın karaktere karşı aşırı sahiplenici bir yapıya sahipti. Tabii ki Lakis gibi kadın karakteri aşık olan bir çok sahiplenici erkek karakter vardı ama hiçbiri Lakis kadar takıntılı ve fanatik değildi. Kötü karakter ile kadın karakterin ilk karşılaşması klasik ve dramatik bir sahneydi. Romanın başlangıcında Karanlıklar Diyarı'nın yöneticisi Lakis çok güvendiği biri tarafından ihanete uğruyor ve ölümcül yaralarla kaçmayı anca başarıyordu. Sonra bir ara sokağa giriyor ve bilincini kaybediyordu. Bayıldığı yer, kadın kahraman Annmarie'nin yaşadığı evin önüydü. O zamanlar Annmarie babası öldükten sonra kapısına dayanan borçlulardan kaçmak için evde bulunan değerli bir kaç eşyayı satarak elde edebildiği parayla satın aldığı eski püskü bir evde yaşıyordu.
Kötü karakteri kapısının önünde yaralı halde bulan iyi kalpli kadın kahraman, kimliğini bilmediği bu adamı evine alır ve içtenlikle yaralarıyla ilgilenip sağlığına kavuşmasına yardımcı olur. İkisi birlikteyken Lakis yavaş yavaş kadın kahraman ile ilgilenmeye başlar. Tabii ki romantik romanların genel kuralı olan ilginin aşka dönmesi çok uzun zaman almaz. Bu süreç içerisinde Lakis'in aşkı saplantılı bir hale gelir ve kadın kahraman ile uğraşan hiç kimseyi sağ bırakmaz. Lakis'in Karanlıklar Diyarı'nın Kralı iken standartları aşırı sıkı olduğundan öldürdükleri kişiler arasına Annmarie'nin sevdiği insanlar bile karışır ve böylelikle Annmarie'nin hayatını mahvetmiş olur. Hatta karakterler arasında okuyucular tarafından iyi tanınan bir erkek karakter bile Lakis'in ellerinde can vermiştir.
O sahneyi okurken çok büyük bir şok geçirmiştim. Çünkü öldürdüğü o karakter benim favori karakterimdi... Labaratuvar deneyleri sırasında hislerimi kaybettiğimi bilmeme rağmen ölen karakteri düşündüğümde dudaklarımın gülümsemek için kıvrıldığını hissetmiştim. Hala yaşadığım o küçük mutluluk hissine inanamıyorum.
Kısacası romanın kötü adamı Lakis Avalon korkunç bir karakterdi. Acaba melek kalpli kadın karakter onu kurtardığı için hiç pişmanlık hissetmiş midir merak ediyorum.
Tabii ki de olanlar hiç mantıklı gelmiyor. Yaşadığım dünya resmen bir roman dünyası. Geçmiş hayatımdan anılarımın olması ve özel güçlere sahip sihirli eşyaların olduğu bir dünyada yaşamam zaten genel olarak inanması zor şeyler. Tabii ki burasının roman dünyasından çok daha farklı bir şekilde ilerleyebileceği ihtimalini de aklımda tutuyorum. Neyse, okuduğum romandaki korkunç kötü karakter Lakis Avalon kitabı okurken düşündüğümden yaklaşık bir 10 kat daha korkunçtu. Kitapta olduğundan çok daha gençti ancak buna rağmen şimdiden çok acımasız bir auraya sahipti. Şimdi düşününce eğer Lakis'in kral olması yeni gerçekleşen bir olaysa hala romanın başlamasına yıllar var demektir. Hafızam şu an ne kadar iyi olursa olsun aklıma gelmeyen çok fazla ayrıntı var. Bu büyük ihtimal romanı okurken ayrıntılara fazla dikkat etmediğimden kaynaklanıyor.
Labaratuvara bakarsanız Lakis'in o yerden hiç hoşlanmadığını söyleyebilirsiniz... Kral olduğu gibi gelip kapattığı ilk yer orası olduğundan arkamdan gelip beni de öldürecek diye biraz endişelendim.
Sessizce nefes aldım ve hareketlerini izledim. Eğer benim peşimden gelirse aynı şeyi diğer denekler içinde yapacaktı.
Haberlere göre Karanlığın eski kralı olan babasının ölümünden sonra kendisine rakip olabilecek herkesi öldürdü ve beklenenden çok daha hızlı bir şekilde nesil değişikliğine neden oldu. Ardından Carnot'un iç ve dış güçlerini organize etti.
Belki de Lakis labaratuvardan kaçan denekleri öldürmeyi düşünmüyordur diye düşünüp yoluma devam etmeye karar verdim. Sonuç olarak labaratuvara girdiğimden 6 yıl sonra özgürlüğüme kavuşmuştum. Şimdi önüme çıkabilecek kimse yoktu. Ayrıca artık özel güçlere sahiptim ve çocuk olduğum zamanların aksine beni tehdit edebilecek insanlara karşı kendime koruyabilirdim. Daha sonra Carnotu'u terk ettim ve başka bir yerde ev tuttum. Şimdi de herkesin görebileceği gibi normal bir hayat yaşıyorum.
Ve bir gün..
"Merhaba, ben yan evinize yeni taşındım ve merhaba demek için geldim. Adım Annmarie."
"..."
..kadın karakter evimin yanındaki eve taşındı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
You've Got The Wrong House Villain
FantasyGecekonduların arasında yaşamaya çalışan bir çocuk olarak reeenkarne olmam yetmezmiş gibi suçlular kasabasına düşüp laboratuvarlarda kullanılan bir denek haline geldim. Araştırma merkezini yok etmek için gelen adamı gördüğümde yaşadığım dünyanın geç...