15

941 398 57
                                    

İnsanlar kütüphaneye ders çalışmak, araştırma yapmak ya da kitap okumak için gelirdi. Benimse bu tarihi yapıya gelme nedenim; ağlamak ve uyumaktı. Yıllar geçmiş ama gelme sebebimi değiştirememiştim. Şimdi yine masalardan birine başımı dayamış ağlıyordum.

Sessiz, kimseyi rahatsız etmeden, içimi çeke çeke ağlıyordum. Başımı kollarımla kamufle ettiğim için gözyaşlarım hiçbir engelle karşılaşmadan direk masanın üstüne düşüyordu. Çaprazımda oturan kızın kaleminin tepesini dişlediğini duyabiliyordum. Arkamda raflar arasında dolaşan biri de sakız çiğniyordu. Şekerli ve çilekli çiklet kokusu, çok sevdiğim kitap kokusunu bastırıyordu.

Hem ruhen hem bedenen bunalmaktaydım. Eve gidip bağıra çağıra ağlayabilirdim. Ama nereye gidersem gideyim bu rahatsızlık hissi benim peşimden gelecekti. Huzursuzluğum, tedavisi mümkün olmayan bir hastalık gibi ömür boyu benimle birlikte olacaktı.

Yanımdaki sandalyeye biri oturdu ve koluma çarptı. Biraz daha toparlandım ve kenara kaydım. Sonra bir daha çarptı. Rahatsız olmuştum ama ne başımı kaldırdım ne de bir şey dedim. Hareketini üçüncü kez tekrarlayınca ani bir şekilde başımı kaldırdım ve bir çift kehribar gözle karşılaştım. Giray, bir bana bir de masanın üstündeki gözyaşı gölcüğüne baktı.

"Git buradan," dedim ve tekrar başımı masaya koydum.

Bir süre bir şey yapmadan öylece oturdu. Onun yanında istediğim gibi ağlayamıyordum. Neden beni yalnız bırakmıyordu?

Başımı kaldırmadan "Lütfen git," dedim.

"Kalk birlikte gidelim," dedi.

"Ağlamak istiyorum."

"Tamam. Ağlarsın yine."

"Senin yanında istediğim gibi ağlayamıyorum."

"Sana söz veriyorum. Sümüğün akarsa dalga geçmeyeceğim."

O espri yaptığını sanıyordu ama benim gülecek hâlim yoktu. Kolumdan tuttu ve çekiştirmeye başladı. Yerimden kımıldamadım. Bana peçete uzattı. Sonra kulağıma doğru fısıldadı.

"Canfeza, eğer kalkmazsan gürültü yaparım ve ikimiz de kütüphaneden atılırız."

Başımı kaldırıp gözlerine baktım ve "Neden beni bırakıp kendi işine gitmiyorsun?" dedim. Üstelik bir de tehdit ediyordu.

Gözlerini benden kaçırdı ve "Seni bu şekilde bırakamam," dedi.

Birlikte kütüphaneden çıktık. Hava kararmış, sulu kar yağmaya başlamıştı. Soğuk havaya inat yürümek istiyordum. Ayasofya'ya doğru baktım.

"Yürüyelim mi?"

Giray karşıma geldi ve montumun fermuarını çekti. Ağzıma girmiş bir tel saçı yanağımı okşayarak kulağımın arkasına attı. Dağılmış saçlarımı geriye doğru atıp kapüşonumu başıma geçirdi. Bir de elimden tutsa çok iyi olacaktı. Ama yan yana omuzlarımız birbirine çarpa çarpa yürümeye başladık.

Ağlamam durmuştu ama burnum akıyordu. Eminönü'ne geldiğimizde denizden jilet keskinliğinde rüzgâr esiyordu. İçimin titrediğini hissettim ve Giray'a baktım. Sulu kar yüzünden saçları ıslanmıştı. Benim yüzümden hasta olmasını istemiyordum. Durdum. Ben durunca o da durdu.

"Başka peçete var mı?"

Cebinden peçetenin paketini çıkarıp bana uzattı. Bir tanesini elime aldım ve uzanıp Giray'ın saçlarındaki suyu sildim. Baygın gözlerle bana bakıyordu ve çok yakınlaşmıştık. Islanan peçeteyi cebime koydum ve bir yenisini çıkarıp işlemi tekrarladım.

"Dönelim. Yoksa hasta olacaksın," dedim.

"Araba Beyazıt Meydanı'nın orada kaldı."

"Tramvaya binelim o zaman."

Giray'ın en son ne zaman toplu taşıma araçlarına bindiğini bilmiyordum. Toplu taşıma kartı bile yoktu. Ben ikimiz için de kartımı okuttuktan sonra tramvaya bindik. Giray'ın hoşuna gitmiş gibiydi. Tramvayda ayakta kalmıştık ve büyülenmiş gözlerle ona bakıyordum. Uzun bir zaman sonra o da benim gözlerimin içine bakıyor ve bakışlarını kaçırmıyordu. Ruhen ve bedenen bitik olduğum şu anda aşk, tüm hücrelerime doluyordu. Ona dokunmak, uzanıp yanağına küçük bir öpücük koymak istiyordum.

Eve geldiğimizde önce elektrikli sobayı yaktım. Üşüyordum ve duş almadıkça ısınamayacaktım ama önce Giray'a teklif ettim. Benim yüzümden benden daha çok ıslanmıştı. Ama o teklifimi kabul etmedi. Bir saç havlusunu eline verdikten sonra banyoya girdim.

Çıktığımda Giray, sobanın önünde Cipsi'yi okşuyordu. Saçları kurumuş gibiydi. Ortamda mantar, sucuk ve kaşar kokusu vardı. Sehpanın üstüne baktım.

"Pizza mı söyledin?"

"Evet. Yemekle uğraşmayalım şimdi. Hadi gel. Soğutmadan yiyelim."

Yer minderlerimizi sehpaya doğru çekip pizzalarımızı yedik. Yüzleşmenin yaklaştığını fark ediyordum. Giray, artık yemediğimi anlayınca ilk sorusunu sordu.

"Büroda panik atak geçirmişsin. Ne oldu Canfeza? Biri sana bir şey mi yaptı?"

İlk davamızı yürütürken Turgay Komiser'in beni sıkıştırması ve Giray'ın onu yumruklaması aklıma geldi. Hafif tebessüm ettim.

"Hayır," dedim. "Bilgisayarda yani ekranda tanıdığım birinin resmini bir anda görünce şok yaşadım."

"Kimdi?"

Bağdaş kurduğum minderimde ona doğru döndüm. O da bana doğru döndü. Derin bir nefes aldım.

"Ailemle neden konuşmadığımı merak ediyor musun?" dedim.

"Anlatmak zorunda değilsin," dedi.

"Anlatmak istiyorum. Ama sadece sana."

Derin bir nefes aldım. Boğazımı küçük bir öksürükle temizledim ve hayatımın en büyük travmasını ilk aşkıma anlatmaya başladım.

Çocuk Çığlığı #Aşk-ı Polisiye II#Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin