19

909 393 17
                                    

Yedi yaşındaki Azra, okul dönüşü arkadaşlarıyla kardan adam yapmak için annesinden izin istemişti. Annesi ona kapının önünden ayrılmamasını öğütlemesine rağmen eksik kalan kardan adama kar taşımak için çevre evlerin bahçelerine girip kar kucaklamaya başlamıştı. Kardan adamın gözlerine taş, burnuna havuç ve boynuna da atkı takmışlardı ama bir süredir Azra etrafta görünmüyordu.

Onu metruk bir evin bahçesinde bulduklarında beyaz karın üzerinde yatmakta ve titremekteydi. Tertemiz karın üzerine kanı saçılmış, artık rüyalarına girecek bir canavarı olmuştu. Saldırgan ardında birçok delil bırakarak kaçmıştı. Onu bulmak bizim değil çocuk şubenin göreviydi.

Azra'nın bugün hastaneden taburcu edileceğini haber almıştık. Arkadaşım Zeynep, soruşturmayı gizlilik içinde yürüttüğümüzden ve bize bilgi aktardığından dolayı endişeliydi. Ama bana güveniyordu. Bu güvenini boşa çıkarmayacak, büyük bir mafyanın kökünü kazıyarak kendimi hem ona hem de Giray'a ispat edecektim.

"Akşam için siyah giyin ve yanımıza yiyecek alalım. Ne kadar bekleyeceğimiz belli değil."

Giray'la birlikte bu gece ilk kez çocuğun evini gözetleyecektik. Giray zaten bir komandoydu ama şimdi ben de kendimi bir komando gibi hissediyordum. Koşmam gerekirse diye spor ayakkabılarımı, beni karanlığa saklayacak siyah kot pantolonumu ve siyah kısa montumu giymiştim. Geriye sadece komando makyajı yapmam kalıyordu. Aşırı hırslanmış, son bir haftayı spor salonunda geçirirken tüm gücümü toplamıştım. Şimdi yanıma koca bir sepet dolusu yiyecek almış Giray'ı bekliyordum.

Anorak montumu ve kürklü botlarımı şimdiden özlemiştim. Marmara Denizi buz tutmuş, deniz trafiğini aksatmıştı. Televizyonların haber verdiği kara kış, kapımızı çalmıştı.

Sokağın başında Range Rover görününce istemsizce tebessüm ettim. Benim için mi bilmiyorum ama Giray sakallarını uzatmaya başlamıştı. Siyahlara bürünmüş, aşırı yakışıklı görünüyordu.

"Nerede kaldın? Dondum dışarıda."

"O sepettekiler yiyecek mi?"

"Evet. Bizi neyin beklediğini bilmediğim için elime ne geçerse koydum. Sandviç, meyve, kuruyemiş, börek, çay, kahve falan."

Giray kahkaha attı ve "Kendimi pikniğe gidiyormuş gibi hissediyorum. Çok yersen uykun, çok içersen çişin gelir Canfeza. Ve biz şu an ikisini de istemiyoruz."

"Aaa, tamam. Biz de yiyip, içmeyiz o zaman."

Tüm gece boyunca gözümü kırpmadan evi gözetledim. Arabanın motoru çalışmadığı için çok üşümüştüm ve sürekli oturmaktan dolayı bacaklarım kas katı kesilmişti.

"Bacaklarına masaj yap iyi gelir."

Giray'a baktım. Ne uykusuzluk, ne yorgunluk ne de hava sıcaklığı onu etkiliyordu. Bir mermer kadar sağlamdı.

"Nasıl bu kadar dirençli olabiliyorsun?"

"Geçtiğim eğitimi kim alırsa alsın dirençli olur. Gerçi senden emin değilim."

Omuzuna vurdum. "Dalga geçme," dedim.

"Dünyada elleri ve ayakları bağlıyken yüzebilen sadece iki tim vardır. Biri Bordo Bereli'ler diğeri ise Türk Su Altı Taarruz Komando'larıdır.

"Ve sen bunlardan birisin" dedim gururla. Giray, uzanıp parmaklarıma dokundu. Onun eli şaşırtıcı derecede sıcacıktı.

"Bir vampir gibi ellerin her zaman soğuk," dedi.

Gözlerimi devirdim ve "Neyse ki kanımın aktığını gördün. Yoksa şüphelenirdin değil mi?" Karşılıklı gülümsedik. "Bence bu saatten sonra gelmez."

İnsanlar işe gitmek için uyanmaya, pencerelerden ışıklar süzülmeye başlamıştı. Giray, "Biraz daha bekleyelim," dedi. Motoru çalıştırdığında ise klimadan çıkan sıcak havaya yapışmıştım. Üşümem hariç diğer sorunum da birazdan mesaimizin başlayacak olmasıydı. Uykusuzluğa ne kadar dayanacağımı bilmiyordum.

Gün içinde toplantı salonunda ikişer kez yarım saatlik uyku molası vermiştim ama bu beni iyice sersemleştirmişti. Giray ise ortalıktan kaybolduğu üç saat içinde gençleşmiş olarak gelmişti ve nezarethanede uyuduğunu itiraf etmişti.

Bu gece üşüme riskime karşın yanıma polar battaniyemi almıştım. Bacaklarımı battaniyeye sarıp gözümü kırpmadan eve bakıyordum. Sonra dayanamadım ve öne doğru acı içinde eğildim ve "Allah'ım!" dedim.

Sanki Giray'a seslenmişim gibi "Ne oldu?" dedi.

"Göz kapaklarımı açık tutmakta zorlanıyorum."

"Eee uyu o zaman. Bir hareketlilik olursa ben seni uyandırırım."

"Gerçekten mi? O zaman nöbetleşerek uyuyalım. İki saat sonra beni uyandır," dedim ve spor ayakkabılarımı çıkarıp zemine attım. Bir cenin gibi kıvrılıp başımı koltuğa dayadım ve ayağımı da vites koluna doğru uzattım.

Uyanmadan önce hissettiğim ilk şey Giray'ın elinin ayağımın üzerindeki temasıydı. Güzelce kavramış, sıkmadan tutuyordu. Aslında uyandığımı belli etmeden bu güzel temasın tadını çıkarmak istiyordum ama o uyandığımı anlamıştı ve elini çoktan çekmişti.

Gözlerimi açtığımda neredeyse sabah olduğunu gördüm.

"Neden beni uyandırmadın?"

"Sorun yok. Ben gün içinde biraz kestiririm. Gelen giden de olmadı."

"Yıllık izin mi alsaydık acaba? Cinayet olacak diye aklım çıkıyor."

"Asaf Amir'e işlerimizin çok yığıldığını ve bize bir süre iş vermemesini söyledim."

"Ve bunu bana söyleme gereği bile duymadın. Ortak olduğumuzu sanıyordum," dedim ve suratımı astım.

"Hadi ama Can Kız. Aklımdan çıkmış işte. Sana kahvaltı ısmarlayayım mı?"

"Simit fırınına gidersek olur Kötü Komiser, Giray."

Çocuk Çığlığı #Aşk-ı Polisiye II#Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin