21

911 392 7
                                    

"Özel mülk girilmez" tabelasından sonra bizi iki metrelik bir duvar karşıladı. Tam tahmin ettiğim gibi araç giriş kapısında güvenlik kamerası mevcuttu. O yüzden biz de saklanarak duvarın etrafında yürümeye başladık. Sur gibi uzanan duvarın sonu görünmüyordu ve Giray, "Tırmanalım," dedi. "Önce sen."

İki elini birleştirip eğildi. Avuç içlerine bastım ve duvara tırmandım. Duvarın üzerindeki el değmemiş karın üstüne oturup fısıldayarak "Sen nasıl çıkacaksın?" dedim. Bacaklarımı iki yana açıp at gibi duvara oturdum ve elimi uzattım. Giray, kendine güvenen sesiyle "Hallederim," dedi.

Giray'ın boyu 185 santim olmalıydı ve sadece on beş santim daha zıplaması gerekiyordu. Onun gibi atletik vücuda sahip biri için bu, zor olmamalıydı. Giray, önce zıpladı ve duvardan tutundu. Barfiks çeker gibi kendini yukarıya çekti ve adımlama hareketiyle de göz hizama geldi. Polis okulundaki spor hocamız bile böylesine kolay tırmanamazdı.

Giray duvarda ayağa kalktı ve etrafı izledi. Ben de onu taklit ettim. Yapraklarını dökmüş ve karla kaplanmış ağaçlar, duvarla çevrili alanı sarmıştı. Tam olarak seçemiyordum ama çok uzakta evler görünüyordu. "Mafyanın ini," diye fısıldadım. Giray da bana o tarafı işaret ederek "Sessizce yaklaşalım," diye fısıldadı ve duvardan sarkarak karın içine atladı. Kollarını bana doğru açmış "Gel," diyordu.

Onun kucağına atlamaktan ziyade ben de vücudumu duvardan sarkıttım ama Giray, belimden tuttu ve beni dizlerime kadar gelen karın içine bıraktı. Şimdiden spor ayakkabılarıma kar suyu dolmaya başlamıştı. Ve pantolonum yine ıslanıyordu. Her şey bittiğinde yatak döşek hasta yatıyor olacaktım.

Giray, önden karlara basıp bana yol açarak ilerliyordu. Ben de sessizliği dinliyordum. Ayaklarımızın altında donmuş karın çatırtısı ve uzaklardan gelen hayvan ulumalarından başka bir şey duyulmuyordu.

Karanlıkta ağaçların arasında titreyerek yürüyorduk. Giray'ın üstünde markalı kaşe kabanı olmasına rağmen o bile üşümeye başlamıştı ama hedefimize bir türlü ulaşamıyorduk. Duvarın üstündeyken gördüğümüz evler, sanki biz onlara yaklaştıkça uzaklaşıyordu. Bir saatlik yürüyüşün sonunda pes etmek üzereydim ve bu yolun daha dönüşü vardı.

İçimde bir şüphe tohumu büyümeye başlamıştı. Ya araca telefonumu fırlattığımı anlayıp bizi yanlış yönlendirdiyseler? Ya bizi tuzağın içine çekiyorlarsa? Siyah pick up çok kısa bir süre durmuştu ve ben plakayı değiştirdiklerini varsaymıştım ama ya öyle değilse? Belki de Giray'ın sandığı kadar akıllı değildim.

Sanki zihnimde geçen şüphelerim bir anda vücut bulmuş gibi karşıma dikildi. İkimizin suratına da aynı anda ışık tutuldu ve anlık bir körlükten sonra "Eller havaya!" diye bir ses duyduk. Giray, çoktan silahını çekmişti ama benim silahımı çekmem için önce montumun fermuarını açmam gerekiyordu. Hızlı hareket edemeyince başıma bir silahın dayanmasıyla donup kaldım. İri yarı bir adam, beni tek koluyla boynumdan yakaladı ve Giray'a doğru gösterdi.

"Silahını at yoksa kızı vururum."

Cümleyi söyleyen beni tutan iri adam değildi. Yüzümüze ışık tutup anlık körlük yaşamamızı sağlayan başörtülü kadındı. Çocukları kaçıran kaltak. Elinde pompalı bir tüfek tutuyordu.

Giray, iki eliyle sıkıca kavradığı silahını hâlâ bırakmamıştı ama gözlerindeki çaresizliği görebiliyordum. Bana baktı ve ellerini havaya kaldırdı. Benim inadım yüzümden ikimizin hayatını da tehlikeye atmıştım. Eğer bugün kurşunlanarak ölmezsem yarın suçluluk duygusuyla intihar edebilirdim.

"Silahını al."

Kadının emir verdiği bir diğer adam, Giray'ın elinden silahını aldı ve ceplerini kontrol etmeye başladı. Kadın bana doğru yürüdü ve üstümü aramaya başladı. Silahımı koltuk altımda bulmuştu ve çam yarması da kafama dayadığı silahı indirmişti. Şimdi bir hesaplama yapmam gerekiyordu. Sayıca üstünlüğe sahip değildik. Düşmana dair istihbaratımız yoktu. Emniyetle irtibat kuramıyorduk ve silahlarımız alınmıştı. Giray, onun üstünü arayan adamı tek başına indirebilirdi. Ama ben hem çam yarmasını hem de kadını halledebilir miydim bilemiyordum. Yine de herkesin silahları yere dönükken saldırmalı ve Giray yardımıma gelene kadar ikisine de saldırmalıydım. "Hadi Canfeza!" dedim içimden. "Son bir okun kaldıysa elin titrememeli."

Kadın silahımı çekerken ona bir tekme savurdum ve dönüp çam yarmasının yüzüne yumruk attım. Giray'ın diğer adamla boğuştuğunu duyabiliyordum. Adam acıyla inlerken kadına doğru döndüm ama kadın düştüğü yerde yoktu. Çoktan ayaklanmış, pompalı tüfeğini Giray'ın başına dayamıştı. Diğer adam, Giray'ın dizine tekme atınca Giray, yere çöktü ve tam infaz edilme pozisyonu aldı. Hayatımın aşkını gözlerimin önünde katledeceklerdi. Keşke önce beni öldürseydiler. Bunu görmeye dayanamazdım. Yere düşmüş silahıma baktım ve ona doğru hamle yaptım.

Kadın, "Dur yoksa erkeğini öldürürüm," dedi.

Çaresizlik içinde durdum ve ellerimi havaya kaldırdım. O sırada çam yarması kanayan burnunu tutarak karşıma geldi ve benim yüzüme sert bir yumruk attı. Dizlerimin üstüne düşmüş, kara damlayan kana bakıyordum. Canım çok yanmıştı ve acıyla gözlerim sulanmıştı. Giray, "Bırakın onu," diye haykırdı.

"Koca oğlan. Misafirimize nazik davran."

"Ama anne burnumu kanattı."

Çam yarmasının sesini Red Kit filmindeki en aptal Dalton kardeş olan Avarel'in sesine benzetmiştim. Zaten karanlıkta da olsak fiziksel benzerliği de görmüştüm. Düşük kulak, köşeli çene, büyük burun ve dil sürekli dışarıda.

Kadın bana doğru gelince çam yarması beni belimden tuttu, kaldırdı ve annesine bakmamı sağladı. Burnumun her iki deliğinden de akan kanlar, ağzıma geliyordu. Kadının gözlerinin içine meydan okurcasına baktım.

"Çocuklar nerede?" dedim.

"Sana pes etmeni söylemiştim. Ama çok inatçısın değil mi?"

Cebinden bir şey çıkardı ve zihnim ne olduğunu hemen anladı. Çocukları kaçırırken kullandığı bayıltıcı sprey. Aslında bu iyi bir şeydi. Bizi bayılttıklarına göre öldürmeyeceklerdi. Ya da daha kötüsü işkence edip konuşturmaya mı çalışacaklardı? Giray'ın kehribar gözlerine son bir bakış attım.

"Şimdi biraz uyu bakalım."

Kadın, başörtüsünün ucuyla kendi ağzını ve burnunu kapattı ve çam yarmasına da bir bakış attı. Adam, kadının ne demek istediği anlamış olacak ki başını başka yöne çevirdi ve suratıma basınçla püsküren ilacı sıktı. Önce nefes almamayı düşündüm ama bu, kaçınılmazdı. Anında beynimin uyuşmasını sağlayan ilacı hemen içime çektim.

Çocuk Çığlığı #Aşk-ı Polisiye II#Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin