Selin
Bazı acılar dilsiz olur.
Bunu hayat öğretti bana. Babamdan, annemden, çocukluğumdan, Selim’den bahsedemeyişim bundandır. Tüm bu sustuklarımız ağırlığı altında ezdiren acımasız varlıklarıyla konar yüreğimize. Şimdilerde ne tarafa baksam görüyorum onları, hissediyorum, hatta çok daha fazlası dokunuyorum onlara.
Hava serindi. Arabadan inip yazlığa doğru ilerleyen Atlas’ı takip ederken uzaktan geçen bir arabanın sesi duyuldu.
Yazlığın basamaklarını benim önümde bir bir çıktı Atlas. Adımları öyle yavaştı ki onu takip eden adımlarımı hızlandırmam imkansızdı. İçinde belki de hiçbirimizin onu anlamayacağı öyle şeyler biriktirmişti ki oraya gidip, Ömer’i orda rehin bıraktıklarından beri günler onun bedeninde yıllar gibi geçmişti.
Olduğu yerde durdu. “Çok korkuyorum.”
Sesi öyle fısıldar gibiydi ki bunu duydum mu yoksa bana mı öyle geldi emin olamadım.
“Ne?”
Bana doğru döndü. Kelimeleri seçmekte zorlanıyor gibi bir deneme yapıp bekledi.
“Atlas, iyi misin?”
“Güzel soru.” Güler gibi yaptı. Ama biçimli yüzü yorgunluğunu gizleyemecek bir solgunlukla gerildi sadece. “Hayat garip gerçekten. İnsan bir yandan canının bir parçasını kaybetmiş gibi hissedebiliyor, bir yandan da öyle bir şey oluyor ki düşündükçe içi içine sığmıyor.”
Ne kastettiğini anlamamıştım. Evet, durum büsbütün vahimdi. Plan amacına ulaşamamıştı, Asya dışında orda zorla tutulan hiç kimseyi kurtaramamıştık, Vuslat derin bir yara almıştı ve Ömer olmadan dönmüşlerdi.
“İyi bir haber mi var?” dedim umutla. İyi bir şey vardı.
“Sabah seni evden almak için aradığımda tam olarak bunu düşünüyordum."
"Neyi?"
Neden bahsettiğini tam olarak o da bilmiyor gibiydi. Gözlerinde binbir türlü düşünce ve binbir türlü duygu vardı.
"Çok korkuyorum. Sansar'a bir şey olacak diye deli gibi korkuyorum." Durdu ve gökyüzüne baktı. "Ve bu ihtimali kendime itiraf edemiyorum ama onlar gibi olursa diye… Asya ve…"
"Asya ve kim gibi?"
Bakışları bakışlarımla buluştu bir anda. "Sansar kendini feda etti." Sinirli bir şekilde güldü. "Biliyorsun değil mi? Kendini, sana ve en önemlisi kendine affettirmek için feda etti."
Biliyordum, aptallığım ve öfkem yüzünden birini daha kaybetmiştim. Sessizce durup önüme baktım. Diyecek bir şeyim yoktu. Atlas’ın sesinde de suçlamadan çok korku vardı. Onu kaybetmekten korkuyordu.
“Ama işte hayat o kadar tuhaf bir döngünün içinde ki bir yandan üzerimize yıkılıyor, bir yandan mucizelere şahit oluyoruz. Belli bir zaman sonra insan hep kaybeden tarafta olduğunu sanıyor. Ama sonra bir gün öyle bir şey kazanıyorsun ki, -sesi titredi- bu anı yaşamak için her şeyimi feda ederdim diyorsun.” Tekrar gökyüzüne baktı. Bu bakışta yakarış vardı. Gece kadar siyah gözlerini bana çevirdi. “O salak herif de bunu bildiği için feda etti kendisini.”
Anlamak çok zordu. Ama içimde tuhaf bir şeyler olduğuna dair yoğun bir his vardı. “Neyi biliyordu Atlas?”
Tereddüt etmeden sakin ama alacağı tepkiyi de ölçerek konuştu.
“Selim’in yaşadığını.”
Kelimelerin imkansız bir ağırlığı vardı. Sanki havada ağırlaşmış ve nefesimin üzerine çöreklenmiş gibi kesintili nefes aldım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Düşünce Mahkumları
Mystery / ThrillerDünyadaki en tehlikeli yer zihin, en ölümcül zehir ise düşünceydi. Her an düşüncelere esir olanlardı onlar. Onlar bakanlar değil, görenlerdi. Düşüncelerine yenilenler, zihinlerindeki altın kafeslere mahkum olanlardı. Onlar Düşünce Mahkumuydular. Far...