Bölüm 57: "İnsan ve Nisyan"
Atlas
Oturduğum bu saçma hastane bankının üzerinden, aramızdaki mesafeye rağmen ameliyathanenin soğukluğunu tenimde gezinen bir bıçak kadar diri hissediyordum. Omuzlarım çökmüştü ve kollarımla dizlerime yaslanmış öylece duruyordum. Şu an etrafımda dönüp duran koşuşturmacalar, gelgitler, telaşlı mırıldanışlar, yakarışlar ve derinden derine edilen dualar... Her biri gerçekliğini yitiriyor ve beni o soğuklukla baş başa bırakıyordu.
Vuslat o soğukluğun içindeydi.
Bire bir içinde.
Kan kaybetmişti. Vuslat'ın kanı, çocukluğumdan beri peşimi bırakmamış korkumun üzerinde damla damlaydı. Annemin son nefeslerini dinlerken izlediğim kar, bu gece Vuslat'ın kanıyla ıslanmıştı. O yakıcı sıcaklığı tenimde duyuyordum hala.
"İyi olacak, iyi olacak..." Yanımda oturan Sena'nın sesi öyle uzaktan geliyordu ki şu an olduğum yerde gerçekten de olmadığımı yeni anlıyordum.
Sansar'ı gerimizde bırakmıştık. Gerimizde.
Birden ayağa fırladım. Boğazımdaki düğümü söküp atmak ister gibi elimle üzerimdeki kamuflaj montun yakasını çekiştiriyordum. Kulağımda uğultulu bir ses vardı. Bu sesin kendi nefesim olduğunu yeni anlıyordum.
"Atlas! Atlas, sakin ol! Atlas!" Sena görüş alanıma zorlukla girdi. Beni tutmaya çalışıyordu ama ben bir sağa bir sola gidip gelmemi durduramıyordum. "Sakin ol!"
"Boğuluyorum." Sesim kesik kesikti. "Boğuluyorum Sena."
Üzerimdeki montu tek hamlede, sert bir şekilde çıkarıp yere fırlattım. Elim hala beyaz kazağımın yakasındaydı. Bir şeyler yırtmak, parçalamak, yıkıp dağıtmak istiyordum.
Sena da ağlamaktan kızarmış gözleriyle gözlerimin içine baktı. Hüküm verici bir sesle "Sakin ol, tamam mı? Sakin ol." Hareket etmeyi kesip durdum. Nefes nefese kalmıştım. "Şimdi kendini kaybedemezsin. Şimdi olmaz Atlas. Vuslat'ın sana ihtiyacı var."
Ağlıyordum. Usulca hastanenin zeminine çömeldim. Duvar sırtımı sıvazlamıştı. Ellerimi yüzüme bastırdım. Vuslat'a bir şey olursa yaşayamazdım.
Sena da benimle beraber yere oturdu. "Selim'in de sana ihtiyacı var."
Selim'in yaşadığını hatırlayınca gülmeye benzer bir ses çıkardım. Gözlerindeki ürkeklik öyle derindi ki yeniden görmüş gibi irkildim. Doruk, planladığımız gibi Selim ve Asya'yı yazlığa götürmüştü. O ikisi, kim bilir neler yaşamıştı.
Sena da ağlıyordu. Ama öyle sessizdi ki, mermer kadar güçlü duruşuna hayran olmamak elde değildi. "Benim, benim de sana ihtiyacım var. Tek başıma olanlarla baş edemem." Yüzümdeki yaşları silmeye çalıştım. Sena'nın sesi boğuklaştı. "Sansar'ın," derken hıçkırdı. "Sansar'ın da sana ihtiyacı var."
Ellerimi başıma bastırdım. "Yapamıyorum, yapamıyorum. Kendimi bir türlü affedemiyorum. Her şeyi yutarım Sena. Vuslat'ı koruyamamış olmamı bile yutarım ama Sansar'ı geride bırakmış olmamı..." Nefes almaya çalıştım. "Kahretsin!"
"Başka türlüsü mümkün değildi," dedi ama içten içe beni suçluyor mu diye merak ettim. "Onu kurtaracağız ama değil mi? Onu oradan çıkarmamız lazım. Bunu yapacağız değil mi?"
Kaşlarım çatıldı. Şu an öyle kontrolsüzdüm ki sinirlenmemi engelleyemedim. "Tabii ki," dedim neredeyse bağıracakmışım gibi. "Ne pahasına olursa olsun. Onu oradan çıkaracağım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Düşünce Mahkumları
Mystery / ThrillerDünyadaki en tehlikeli yer zihin, en ölümcül zehir ise düşünceydi. Her an düşüncelere esir olanlardı onlar. Onlar bakanlar değil, görenlerdi. Düşüncelerine yenilenler, zihinlerindeki altın kafeslere mahkum olanlardı. Onlar Düşünce Mahkumuydular. Far...