Atlas
Diyelim ki bir insanı susturdunuz, demişti Jhon Viscount Morley. Ama onu düşüncesinden asla döndüremezsiniz.
Belki de beni tanıyan insanlara en sivri huyumu sorsalardı alacakları cevap kararlılığım olurdu. Bir şeye kolay ya da zor, bir şekilde karar verirdim ve hiç sapmadan uygulardım. Yoluma ne engel çıkarsa çıksın ve başıma ne gelirse gelsin yapacağım şeyi yapmaktan geri durmazdım. Yüzyıllardır insanlığın en büyük problemi kararlı insanlarla olmuştu. Onlar hayatları boyunca hep doğru bildiklerinden yana olmuşlardı, düşüncelerinde kararlıydılar ve yollarından hiç ayrılmadılar, sonuçta yine ölümlerinden sonra düşüncelerinde galip geldiler. İşte benim arzum da tam olarak buydu.
Onlar gibi olmak istiyordum.
Bu kulağa tuhaf hatta belki de imkânsız geliyordu. Kahraman olacak kadar cesaret ve kararlılığa sahip bir avuç insan vardı belki dünyada ama varlardı. Onlar da bizim gibiydiler. Koskoca dünyada ufacık bir parçaydılar aslında ama düşünceleri o ufacık parçayı yüz milyonlarca zihne galip yapmıştı.
Yanımdan hızla akıp giden araçlardan çoğu karın üzerinde savrulmamak için tekerleklerine zincir takmışlardı. Yine de kimi arabalar kayacak, kimileri bozulacak, kimileri birbirine çarpıp ölümü hızlı bir nefes gibi bir anda yanlarında, yakınlarında, hemen arkalarında bulacaklardı. Kimilerini alıp götürecekti bâki bir âleme, kimilerini götürdükleriyle beraber geride yapayalnız ve soğuk bırakacaktı.
Gitmek en büyük bir nasihat olacaktı kalanlara.
Elimi lacivert montumun cebine atarken adımlarımı yavaşlattım. Kar yağışı yeni yeni durmuştu. Sabah üçümüzün ayrıldığı yere gelmiştim işte tam da şimdi. Doruk Depoyu tamamen boşaltmak ve eksikleri tamamlamak için ayrılmıştı buradan, Sansar da Halit'le buluşmak için.
Sabah kararlaştırdığımız vakit gelmişti. Dayı'nın yanına gidecektik.
Montumun cebindeki elim aradığını bulamadığında şaşırmadım, zaten evden çıkarken telefonumu aldığım anı hatırlayamıyordum. Elimi diğer cebime atarken umutsuzdum, ama beklediğim gibi olmadı. Elim telefonumun pürüzsüz ekranına değdi. Telefonumu çıkarıp kilit tuşuna basarken dün gece balodan bu yana telefonumu hiç görmediğimi düşündüm.
Telefonun ekranı aydınlandı. 10:32.
Başımı kaldırıp bulutlanmış gökyüzüne baktım ve bulutların arasından yoğun bir hissin tüm şehre yağdığını hissettim. Yüksek beton binaların, ışıltılı plazaların, akan trafiğin ve tüm yapaylığın arasına yağan bir his. İnsana insan olduğunu hatırlatan, fikretmenin zevkini hissettiren bir his. Kimilerinin duyup bildiği, kimlerinin uzak kaldığı, kimilerininse lafla ulaşabildiklerini sandığı ama bazılarının her saniye hissettiği.
Bakışlarımı etrafta gezdirip onu tanıyan birinin kalabalık bir ortamda anında dikkatini çekecek o kendine has duruşu aradım.
Bir kere de anlaştığımız saatte buluşsaydık dünya barışı sağlanabilirdi belki. Ya da gerçekten Mars'da yaşam olurdu. Ya da evdeki ekmekler bayatlamadan biterdi de, işte Sansar gelebilseydi zamanında. O hep bekletirdi zaten.
Sabah Doruk depodan malzemeleri alıp Sansar'ın evine yerleştireceğini söylediğinde malzemeleri bizim evde tutmak konusunda ısrar etsem de ne Sansar ne de o kabul etmemişti. İkisinde de tuhaf bir şeyler seziyordum ama gözlemlemek için kendimi olaya fazla vermemiştim. Sansar'ın benden bir şey gizlemeyeceğinden emindim, ne olursa olsun bana söyleyecekti.
Koluma biri sertçe çarpınca sağıma döndüm. "Selam bro," dedi göz kırparak. Soğuktan burnu kırmızılaşmış ve yamuk gülümsemesiyle bana bakıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Düşünce Mahkumları
Mystery / ThrillerDünyadaki en tehlikeli yer zihin, en ölümcül zehir ise düşünceydi. Her an düşüncelere esir olanlardı onlar. Onlar bakanlar değil, görenlerdi. Düşüncelerine yenilenler, zihinlerindeki altın kafeslere mahkum olanlardı. Onlar Düşünce Mahkumuydular. Far...