Selim
Kimi zaman bir saniyenin bir saat, bir dakikanın bir hafta, bir saatin bir ay olduğu bir işleyişe geçiyordu beynim. Etrafımda olan biten her şey bir anda ölümcül bir hıza kavuşuyordu, zamana katılmak bir yana ne olduğunu anlayamıyordum bile. Bazense her şey mutlak bir yavaşlıkta akıyor, acı ince ince bedenime süzülüyordu. Burada emin olduğum tek bir şey vardı; zaman ilerledikçe bir bitişe adım atıyorduk hepimiz.
Gergin değilim, diye fısıldadım kendime. Gergin değilim.
Kolumdan tutan kadının parmaklarını yeni yeni hissetmeye başladığımda beklediğimiz asansörün kapısı kısık bir cızırtıyla açıldı. Kadınla beraber asansörün içine adım atarken sağ dizimde tuhaf bir çıtırdama sesi duydum. Belki de kemiklerimde tıpkı zihnim gibi günden güne kırılıp parçalara ayrılacak ve un ufak olmuş kemik yığınına dönüşecekti. Bunu düşünmek midemi bulandırmıştı.
Sol omzumun sadece birkaç santim gerisinde duran muhafız bizimle beraber asansöre bindi. Kaşlarının üstüne kadar indirdiği beresi soluk yeşildi. Üzerinde kalın siyah giysiler vardı. Omuzlarından itibaren tüm vücudunu saran bir şerit vardı. Bakışları sabit bir şekilde ileriye bakıyordu ve iri gövdesi her an cılız bir bedeni tutup parçalara ayıracak kadar saldırgan duruyordu.
Yutkundum. Fark etmeden yanımdaki kadına ağırlığımı vermiş olmalıydım ki kadın kolumdaki elini sıktı. Başımı kaldırıp kadının tülermiş saçlarını başının üstünde topladığı altın sarısı metal tokaya baktım.
Muhafız uzanıp gideceğimiz kata bastı. Nereye ne için gittiğimize dair ufacık bir fikrim yoktu. Kadının yaka kartına okumaya çalışıyordum. Harfleri tam olarak seçemiyordum. "B6s" gibi bir şey yazıyordu. Hemen altında da bir sürü rakamlar. İşte bu mavi önlüklü ve yakasında bir sürü bir şeyler yazan kadın ve adamlardan öyle çok vardı ki. Herbiri buradaki mahkûmların koluna giriyor ve onları oradan oraya sürüklüyor, bazen bir anda ellerindeki şırıngalarla sağda solda beliriyorlardı.
Asansörün lambası bilmem kaçıncı kez göz kırptığında yanımdaki koca adamın telsizinden anlaşılmaz bir anons geçti. Kulağımı soluma vermeye çalışıyordum ama asansörün rahatsız edici cızırtısı, yanıp sönen sarı ışık ve yanımdaki kadının altın sarısı metal tokası dikkatimi dağıtıyordu. Zihnimdeki gürültüyü susturmak için lambaları kapatmalı ve karanlığa gömülmeliydim.
Adam telsizi ağzına götürürken bir yandan da asansördeki bir tuşa bastı. Asansör kendisine verilen emiri yerine getirip bir sonraki katta ani bir şekilde durdu. "Anlaşıldı. C17s." Asansörün kapıları o tanıdık cızırtıyla açıldı. Adam elindeki telsizi koca avucunun içinde ağzından uzaklaştırırken doğrudan yanımdaki kadına baktı. "Altıncı kata çıkın," dedi. "Orada sizi karşılayacaklar."
Kadın bir robot gibi başını sallayarak kendine verilen komutu aldığında adam çoktan asansörden fırlayıp koşmaya başlamıştı. Anlaşılan Gümüş'ün bilmediğimiz bir yerlerinde hiç bilmediğimiz önemli bir olay vuku buluyordu. Kadın bu emiri yerine getirmese başına neler geleceğini biliyor gibiydi. Belki de bunun ciddiyetiyle kolumu tutan parmaklarındaki baskı arttı, ya da beynim daha yeni yeni teması tamamıyla algılıyordu.
Bu lanet yere nasıl geldiğime dair ufacık bir kalıntı yoktu zihnimde ama buradan çıkmak için şimdiye kadar hiç şansımı denememiştim. Çünkü o beyaz yataktan çıkardıklarından beri koridorlarda ve asansörler gördüğüm iri iri C muhafızları gücüm yerinde olsa bile beni kolaylıkla bir böcek gibi ezip yere yapışan parçalarımı da Gümüşpala'ya yemesi için götürebilirlerdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Düşünce Mahkumları
Mistero / ThrillerDünyadaki en tehlikeli yer zihin, en ölümcül zehir ise düşünceydi. Her an düşüncelere esir olanlardı onlar. Onlar bakanlar değil, görenlerdi. Düşüncelerine yenilenler, zihinlerindeki altın kafeslere mahkum olanlardı. Onlar Düşünce Mahkumuydular. Far...