Atlas
Vuslat'ın yanından ayrılıp eve geldiğimde herkes çoktan uyumuştu. Üzerime eşofmanlarımı geçirip mutfağa gittim. Tezgâhın üzerine duran sürahiyi elime alırken bir yandan da dolaptan bardak çıkarıyordum. Kuru bir sıcak boğazımda geziniyordu. Bardağı suyla doldururken yakıcı bir soğuk enseme zehrini sürdü, irkildim. Bardağı elimden düşürmemek için tezgaha sertçe bırakırken içindeki su dalgalar halinde bardaktan dışarı döküldü.
Birilerinin zihnimin içinde bağırdığını duydum. Metalik bir sürtünme sesi kulaklarımda yankılandığında ellerimi tezgâha yaslayıp beni ele geçirmeye çalışan güce karşılık verdim. Soğuk terin tenimden aşağıya doğru süzüldüğünü hissettiğimde yüzüme değen kar tanesiyle irkildim. Bir an sonra kendimi trende buluğumda gözlerim camlardan içeriye süzen ay ışığına alışana kadar burada olmadığıma kendimi inandırmaya çalıştım.
Ama hiçbir şey zihnimin bana oynadığı bu gerçekçi oyunun içindeki piyon olduğum gerçeğini değiştirmedi.
23. vagon yazısını okuduğumda git gide tren içinde ilerlediğimden emin oldum. Bu şeye ilk sürüklendiğimde 21. Vagondaydım. Vagonun içinde bir hareketlilik olduğunda dikkat kesilip görebilmek için gözlerimi kıstım. Amcam başını kaldırıp bana baktığında nefesimi rahatlayarak verdim. Bu sefer ölü birini karşımda canlı bir şekilde görmenin verdiği dehşeti yaşamamış olmam beni sevindirmişti. "Amca," deyip ona doğru adım attığımda "Evlat," dedi bakışlarını camdan ayırmadan. Yağan karın havada ahenkle süzülüşünü izliyordu. "Kışı sevmezsin sen."
Bana bakmadığı halde başımı salladım. "Nefret ederim." Bakışları aniden bana döndüğünde dikkatle ona baktım.
"Çünkü kazayı karlı bir havada yapmıştınız." Annemin nefes alıp verişleri kulaklarımda yankılandığında elimi yumruk yapıp karşımdaki adama aynı dikkatle bakmaya devam ettim. Yüzümdeki değişen ifadeye bakıp derin bir nefes aldı. "Kış geliyor, evlat."
Ölü bir bedenin beyaz kar taneler üzerinde bıraktığı kırmızılık inanmak istemediğim bir gerçeği yüzüme vurmuştu o gece: Annem ölmüştü. Arabada sıkıştığım yerde görüş alanıma sadece beyaz karla kaplanmış yol giriyordu. Annemin nefes alıp verişlerini dikkatle dinlerken o sesin kesilişi, karanlığın içinde kar tanelerinin üzerini kanın örtmesine neden olmuştu. Kış benden ailemi almıştı tıpkı karanlık gibi, bende ona nefretimi vermiştim.
"Sadece seni korumaya çalışıyorum," dediğinde ona baktım. "Karımı kaybettiğimde bir daha hiçbir kadınla olamayacağımı biliyordum, çünkü onu gerçekten sevmiştim. Hiçbir zaman bir çocuğum olmayacaktı ama Allah bana seni verdi. Sen benim oğlumsun." O da bakışlarını bana çevirip gözlerimin içine baktı. "Ne olura olsun arkanda olurum evlat."
"Biliyorum." Vagon sarsılınca amcam bana doğru adım attı. Alnında telaşla beliren ter damlalarını fark edince şaşkınlıkla ona baktım. "Vaktim kalmadı evlat," dedi bakışlarımın sebebini anlayarak. "Zihninle yarışıyorsun. Böyle giderse beni birkaç saniye sonra buradan kovacaksın."
"Bu," dedim yüzümü buruşturup bakışlarımı vagonun içinde gezdirirken. "Nasıl oluyor, anlayamıyorum."
"İkinci evre böyle bir şey işte. Sen ne olduğunu anlayamadan zihnin istila ediliyor." Elerini omuzlarıma koyup beni sarstığında gözlerine baktım. "Dinle evlat. Ne yaparsam yapayım bu işin peşini bırakmayacağını biliyorum. O yüzden sana dikkatli olmanı söylemek dışında yapabileceğim hiçbir şey kalmıyor."
Vagon bir kez daha sarsıldığında vagonun içi tamamen aydınlandı. Kendimi suyun parlak bir metalin üzerinden akıntıya akışını izlerken buldum. Gözlerimi kırpıp başımı yavaşça kaldırdığımda sıcak su ensemi yaktı. Mutfağın çeşmesini kapatıp kafamı lavabodan çıkardım. Tenim acıyla bağırıyordu. Islanmış saçlarıma elimi daldırıp etrafa baktım. Sanki karanlık bir ortamdan çıktığım gerçekmiş gibi mutfağın lambası gözümü alıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Düşünce Mahkumları
Mystery / ThrillerDünyadaki en tehlikeli yer zihin, en ölümcül zehir ise düşünceydi. Her an düşüncelere esir olanlardı onlar. Onlar bakanlar değil, görenlerdi. Düşüncelerine yenilenler, zihinlerindeki altın kafeslere mahkum olanlardı. Onlar Düşünce Mahkumuydular. Far...