Güzel yorumlarınız beni mutlu etti, teşekkür ederim :)
Yüzüme suyu çarptım ve derin bir nefes aldım. Aynada parmağımı suratımda ki izlerin üzerinde gezdirdim.
O sırada biri tuvaletin kapısını çaldı.
" Atlas, hadi! Vakit geldi. "
" Tamam." Diye mırıldandım.
Son kez aynada kendime baktım. Üzerime pelerinimi aldım ve tuvaletten çıktım.
"Hazır mısın? "
Kuzey her zamankinin aksine bugün fazla ciddiydi. Normalde yüzünden gülümseme eksik olmazken şimdi ellerini ovuşturarak soyunma odasında volta atıyordu.
"Bu bir oyun Atlas. Adamı olabildiğince geç devir. Sen süreyi ne kadar uzatırsan bahislerde o kadar artar. Burada önemli olan kazanç. Ama şunu da unutmamalısın -ki her maç unutuyorsun- sana vurmasına izin verme. Boksun ana kuralı bu. "
"Biliyorum. " dedim huysuz bir sesle. "İlk maçım değil. "
"Geçen maçta aynı şeyi söylemiştin ama..." Yüzümdeki yara izlerini işaret etti. "Kurt seni iyi benzetti. "
"İzin vermesem yapamazdı. "
"O halde izin verme."
Odadan çıktım. Bağırışların arasında adımın söylendiğini duydum. "Ve karşınızda Altın Mızrak!"
Kapıdan geçtim ve boks maçının olacağı piste doğru yürümeye başladım kalabalığın arasından. Ter kokusu sarmıştı etrafı. Ama buna alışkın olduğum için umursamıyordum.
Piste çıktığımda Kurt'un sert bakışlarını üzerimde hissettim ama aldırış etmedim. Ağzını oynatarak bana bir şey söyledi.
'Canını okuyacağım. '
Hakem start verdiğinde Kurt'un suratına sağ kroşeyi savurdum.
◆◇◆◇◆
Zaferin hissettirdiği mutlulukla merdivenlerden indim. Maç biteli bir saat olmuştu ama ben henüz yeni çıkıyordum Kuzey ve Ali abinin çenesi yüzünden. Sanki maçta boksör ben değilmişim gibi nasıl göründüğümle ilgili konuşup duruyorlardı benimle.
Saçmaydı.
Nihayet dışarı çıktığımda yeni dinen yağmurun mis gibi kokusunu içime çektim. Motoruma doğru ilerlediğim sırada bomboş sokakta bir siluet belirdi önümde.
Bana doğru yakınlaştıkça genç bir adam... Hayır, hayır genç bir çocuk olduğunu gördüm. En fazla on sekiz yaşlarındaydı. Üzerinde asker yeşili kapşonlu bir hırka vardı. Saçları kısaydı.
"İyi maçtı." dedi ama gülümsemiyordu. "Ben Sansar."
Tek kaşımı kaldırıp sertçe bir bakış attım. Benimle neden konuştuğunu anlamamıştım. Saçmaladığını düşünüp arkamı döndüm ve motorumdan kasketimi alıp başıma geçirdim. Şu an tek istediğim eve gidip dinlenmekti.
" Ne olduğunu biliyor musun Atlas? Sürekli düşüncelerinin seni rahatsız etmesinin ne anlama geldiğini biliyor musun?" Ellerini cebine soktu. "Ben biliyorum ve sana yardım etmeye geldim."
Hızla kasketimi çıkardım ve çocuğa baktım. İşte şimdi dikkatimi çekmişti. Tüm bunları nereden bildiğini bilmiyordum ama söylediklerinin doğru olduğuna emindim.
Spor ayakkabılarından başlayıp karşımdaki genç çocuğu süzdüm. Yaşına rağmen oldukça olgun bir duruşu vardı. Parmaklarının eklem yerlerinin üzerindeki kızarıklar daha yeni birini dövdüğünü düşündürdü bana.
" Kimi dövdün?" diye sordum.
" Kendini fark ettiriyorsun. Düşünce mahkumu olduğunu bu kadar belli etmemelisin bence."
İster istemez bir kahkaha koptu dudaklarımdan.
" Düşünce mahkumu, ha? Şu saçma sapan tezden söz ediyorsun."
Söylediklerim onu şaşırtmıştı ama belli etmemeye çalıştı. Bende olduğum şey hakkında konuşunca onun benim gibi olduğunu düşünmüştüm ama 'düşünce mahkumu' demesiyle o salak doktorun tezini okuduğunu ve bu yüzden böyle konuştuğunu ispatladı.
"Bende senin gibiyim." dedi hızla. "Buraya seni almaya geldim. Beraber bizim gibi diğer insanları bulacağız ve sonra bundan kurtulmanın bir yolunu..."
Güldüm.
" Kanıtla." dedim umursamaz bir tavır takınarak motoruma yaslandım. "Bana benim gibi olduğunu kanıtla."
Dişlerini sıktı. Bu tavrım onu kızdırmıştı. Çok çabuk kızdığını fark ettim. Ne kadar olgun davransada hala bir çocuktu.
"Gözlerime bak." dedi.
Dediğini yapıp gözlerinin içine baktım. Oda bana bakıyordu ama sanki baktığı ben değildim, ruhumdu.
Hızla konuşmaya başladığında şaşkınlıkla onu dinlemeye başladım.
"Az önce dövdüğün adam için pişmansın. Yoo, hayır. Değilsin. Seni gram ilgilendirmiyor. Elinde olsa onu öldürürdün ama yapmadın çünkü... Her ne kadar sevmesen de bu hayatın yaşamaya değer olduğunu düşünüyorsun. Çünkü sonunu merak ediyorsun. En çok da nasıl öleceğini. Ölümün... Ölümün acizler için olduğunu biliyorsun. Aciz olduğunun da farkındasın. Seni annen gibi seven biri olsun istiyorsun ama olmayacağını düşünüyorsun. Karanlıktan korkuyorsun. Her gece lambalar açık uyuyorsun çünkü... Çünkü karanlık sana anneni hatırlatıyor. "
Sustuğunda hala şaşkınlıkla ona bakıyordum. Yaslandığım motordan kalktım. O da benim gibiydi ama o daha farklıydı. O olduğu şeyi geliştirmişti.
Buraya beni almaya geldiğini söylemişti. Beraber bizim gibi olanları bulacaktık. Sonra da olduğumuz şeyden kurulacaktık.
" Benimle doktorun yanına gelecek misin? " diye sordu.
Gözlerimi kaçırdım. Çocuk beden hareketleriyle düşünceni tahmin edebiliyordu. Onun yanında dikkatli olmalıydım.
Doktorların hakkımızda yazdığı saçma sapan yazılara inanmıyordum ama merak ediyordum.
"Geleceğim." dedim.
Gülümsedi. "Doktor birkaç kişiyi daha tespit etti, sıra onlarda. Onları bulmamız lazım. Sonra da doktorun yanına gideceğiz."
"Kim bunlar?"
"Selim Yılmaz. Namı diğer Hokkabaz. Selin Takıntı. Tıp öğrencisiymiş. Vuslat Bahar. Bir atölyede resim yapıyor. Birde bir kız daha var ama adını bilmiyorum."
"Nasıl bulacağız peki onu?"
" Bizim Mekan diye bir kafede çalışıyor onu orada buluruz. Diğerlerinin de adreslerini verdi doktor. Ama Hokkabaz sürekli yer değiştirdiği için biraz vakit alabilir."
"Sonra ne olacak?" diye sordum ne cevap vereceğini bildiğim halde.
" Doktor bizi bu hastalıktan kurtaracak."
" Buna inanıyor musun gerçekten?" diye sordum motoruma tekrar yaslanırken.
"Evet."
"Ne yaparsalar yapsınlar, " dedim. "Veya ne yaparsak yapalım bundan kurtulamayız. Çünkü bu şey düşündüklerinin aksine hastalık değil. Bir lütuf."
"Lütuf mu?" diye sordu burnunu kırıştırarak. "Lütuf olsaydı bundan rahatsız olmazdık. Ama biz rahatsızız. En azından ben öyleyim."
Bir şey demedim. Ne dersem diyeyim haklı olduğunu düşünecekti. Ama değildi.
◇◆◇◆◇◆
Bu gece Hokkabaz denen çocuğu bulacaktık. Sonra da diğerlerini.
Bugünden itibaren hayatımın değişeceğini biliyordum ama üstünde duramaya çalıştım. Çünkü değişen ne olursa olsun olduğumuz şey değişmeyecekti. Bunu sadece benim gibi olanları tanımak için kabul ediyordum. Çünkü merak ediyordum.
-Destvd
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Düşünce Mahkumları
Mistério / SuspenseDünyadaki en tehlikeli yer zihin, en ölümcül zehir ise düşünceydi. Her an düşüncelere esir olanlardı onlar. Onlar bakanlar değil, görenlerdi. Düşüncelerine yenilenler, zihinlerindeki altın kafeslere mahkum olanlardı. Onlar Düşünce Mahkumuydular. Far...