"Defol buradan!" Diye bağırmıştı pansiyonun sahibi olan kadın. "Bir daha seni sakın buralarda görmeyim hokkabaz!"
İşaret parmağını havada salladıktan sonra pansiyonun kapısını sertçe kapatarak içeri girdi yaşlı kadın.
Dinen yağmurun arkasında bıraktığı toprak kokusunu ciğerlerime çekerken bir yandanda kadının yere attığı eşyalarımı toparlamaya çalışıyordum.
"Kirpik. Baston." Dedim beyaz güvercinlerimin kafesini elime alırken. "Sakin olun."
Yerdeki kıyafetlerimi ve birbirine bağlanmış renk renk bezleri topladım. Bir iki tane sihirli kutum vardı. Onları da toplayıp çantama attım.
Ben Selim. Ama Hokkabaz olarak tanınırım. Cebimdeki yirmi lira dışında param olmasada insanları eğlendirmek için ağzımdan defalarca para çıkarmışlığım olmuştur. Kalın siyah çerçeveli gözlüklerim ve düşüncelerim olduğu sürece her şeyin üstesinden gelebilirim. Yani en azından küçükken öyleydi.
Eşyalarımı toparlayıp Kırlangıç Pansiyonunun kapısını çaldım. Yaşlı kadın kapıda belirdiğinde korkmadım desem yalan olur. Kadında ki o ölümcül bakışları ben en son Testere' de görmüştüm.
"Şey... En azından kendime kalacak bir yer bulana kadar eşyalarım ve güvercinlerim burada kalabilir mi?"
Kadın ters ters bana baksada kabul etti. Muhtemelen bana acıdığı için kabul etmişti ama umursamadım.
Sokaklarda dolaşmaya başladım. Hava çoktan kararmıştı. Dolaştığım sokakların güvenli olmadığını biliyordum ama param ancak ara sokaklarda ki pansiyonlar için yeterli olurdu.
Her taraf içki kokuyordu. Adımlarımı hızlandırdım. En son istediğim şey burada bir serserinin beni dövmesi olurdu çünkü. Hayatım boyunca hiç kavga etmemiştim ve biliyordum ki eğer bir kavgaya karışırsam dayak yiyen taraf olurdum.
Arkamdan gelen ayak seslerini duyduğumda hızla köşeyi döndüm ve köşeyi dönmemle çıkmaz sokağa girmem bir oldu.
"Kaçacak bir yerin kalmadı mı yoksa? " dedi uzun saçlı bir çocuk. Yanındaki çocuklar gülüştü. "Korkma, canını yakmayız."
Olduğum yerde kalmıştım. Ona karşı gelecek ne gücüm ne de cesaretim vardı.
"Sökül bakalım paraları!"
Mavi montlu çocuk beni omzumdan sertçe ittirince geriye doğru yalpaladım. Cebimdeki yirmi liraya doğru götürdüm elimi. Tabii bunu yaptığım an pişman oldum. Hepsi aynı anda sırıtmıştı. Cebimde para olduğunu belli etmiştim çünkü.
"Param yok benim." dedim sessizce.
"Ver şu parayı!" dedi çocuk ellerini cebime atarken.
Elini çektiğinde kırmızı bir mendilin ucu gözüktü. Biraz daha çektiğinde kırmızı ipin bağlandığı sarı bir bez, sonra mavi, yeşil ve beyaz. Çocuk sinirle bana döndü.
" Dalga mı geçiyorsun bizimle?!"
Çocuk karnıma bir yumruk attığında acıyla inledim ve iki büklüm oldum. İki çocuk kollarımı tutarken diğeri ceplerime bakıyordu.
"Ha. Buldum." dedi üzerimi arayan çocuk yirmi liramı havaya kaldırırken.
Son kalan paramdı. Onu kaptıramazdım. Deli cesaretiyle beni tutan çocuklardan birini itekliyip parayı elinde tutanın üzerine atıldım.
Çocuk beni sertçe yere ittirince siyah gözlüklerim yere düştü. Şimdi etraf bulanık olduğu için hiçbir şey göremiyordum.
Telaşla elimi asfaltın üstünde gezdirdim. Gözlüklerim burada bir yerde olmalıydı.
"Gücünüz ona yetiyor sanırım." dedi özgüven dolu bir ses.
Önümde ki bulanık görüntüye iki gölge daha eklenmişti.
"Sizene be! Gidin işinize."
Sonra birkaç ses ve acı dolu iniltiler duydum. Sonra uzaklaşan ayak sesleri.
Asfalt da gezdirdiğim elim gözlüklerime değdiğinde hızla onları alıp taktım.
" İyi iş çıkardın." dedi kısa saçlı, asker yeşili hırkalı bir çocuk yanındaki deri montlu çocuğa.
"Sende hiç fena değildin." diye karşılık verdi gülümseyerek. Birbirlerinin ellerini sıktılar.
Sonra ikisi de aynı anda bana döndü. Bende hızla ayağa kalkıp üstümü silkeledim. Çocuklar hala bana bakıyordu.
" Sağolun. " dedim ikisinin de elini tek tek sıkarken.
" Hokkabaz sen misin?" dedi kapşonlu çocuk.
"Evet. Siz kimsiniz?"
"Ben Sansar. Buraya seni aramak için geldik. Kaldığın pansiyona gittik ama orada ki kadın seni pansiyondan kovduğunu söyledi. Bizde sokakta seni arıyorduk."
"Bu sana ait sanırım." dedi diğer karizmatik çocuk. Elindeki yirmi lirayı bana verdi. Parayı alıp cebime attım.
Son paramı kurtarmışlardı. Beni korumuşlardı. Minnet dolu bakışlarla onlara bakmam gerekebilirdi ama bunu neden yaptıklarını düşünmeden edemiyordum.
"Neden beni arıyorsunuz?"
"Çünkü sen Düşünce mahkumu..."
"Şöyle söyleme." diye böldü kapşonlunun sözünü karizmatik çocuk. " Düşünce mahkumu değiliz biz. Böyle söyleyince hoşuma gitmiyor."
"Bir dakika, " dedim hızla. Ben bunu gazetede okumuştum. Hastalığımdan bahsediyorlardı. "Siz de mi düşünce mahkumusunuz?"
"Evet." dedi kapşonlu. "Buraya seni almaya geldik. Hastalığımız hakkında tez yazan doktor bizi iyileştirecek. Bunun içinde hepimizin buluşup yanına gitmesini istiyor. Eğer tedavi olmak istersen sende.."
"Olur. " dedim hızla. "Tedavi olmak istiyorum."
Bu kadar hızlı kabul etmeme şaşırmışlardı.
Bana kısaca ne yapacağımızı anlattılar. Yarın sabah erkenden bir kafeye gidecek ve oradaki kızı ikna edecektik.
Adının Atlas olduğunu öğrendiğim karizmatik çocuk ve Sansar geceyi geçirmem için beni bir pansiyona götürdüler. Yarın sabah erken kalkmak için gözlerimi kapadım.
Belki aradığımı yarın bulurdum.
-Destvd
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Düşünce Mahkumları
Mystery / ThrillerDünyadaki en tehlikeli yer zihin, en ölümcül zehir ise düşünceydi. Her an düşüncelere esir olanlardı onlar. Onlar bakanlar değil, görenlerdi. Düşüncelerine yenilenler, zihinlerindeki altın kafeslere mahkum olanlardı. Onlar Düşünce Mahkumuydular. Far...