İnsan var oldukça ve yaşadığını idrak ettikçe, içindeki veya dışındaki akım ona acı veya tatlı geldikçe, daima kaderini düşünecekti. Bu hayatın bize oynadığı oyunun en büyük kuralıydı. Ölüm, insanı, kader kayalarının önüne götürüp bırakan dev dalgalı bir denizdi. Savaş, veba, kıtlık hep aynı dünya çölünden kaderin büyük rüzgârını geçiren, insanlığın önüne sık sık gelip sonsuzluğu ve derinliği düşündüğü büyük kımıldanışlardı. Ve ölüm, sonu gelmeyen bir uçurumun kıyısına sürüklenişti. Tüm mahlûkatın sürüklendiği bu uçuruma esen rüzgârı hissedecek kadar yaklaştığımda ne yapacağımı her zaman merak etmiştim.
"İhanet," dedi Gümüşpala gülümseyerek. "Cezasız bırakılmaması gereken bir suç."
Ben de Gümüşpala gibi gülümsediğimde, ölümünü hissettiğin an gülümseyebileceğini öğrenmiş oldum. Masanın altındaki kâğıdı biraz daha kendime doğru çekmek için görünmez bir çaba sarf ederken konuşmak için kendimi zorladım.
"İskender Abi beni öldüreceğinden söz etmişti." Kâğıdın bana doğru geldiğini hissettiğimde parmaklarım kâğıdın ucunu daha sıkı kavradı. "Neden hala yaşadığımı sormak için geldim."
"Basit." Gümüşpala birkaç adımla arkasındaki adamlarından uzaklaştığında yüzünün tamamını ay ışığı aydınlattı. Donuk bakışları bana değil duvarın tamamını kaplayan camdan tesisin bahçesine bakıyordu. "Bu basit bir soru Doruk. Hala yaşıyorsun çünkü hala ölmen için emir vermedim. Ben emir verene kadar da yaşıyor olacaksın."
"Aslına bakarsan," dedim yapmacık bir gülümsemeyle. "Beni öldürme zevkinden seni alıkoymak için kendimi öldürebilirim."
Güldü. Bakışlarını camdan bir saniyeliğine ayırıp bana baktı ama gözleri yüzüme dikkatle odaklanmadan tekrar cama döndü. "Aptal bir kız için buraya geldiğin düşünülürse, kendini öldürmen ihtimaller dâhilinde. Ama arkadaşını kurtarmadan ölmek istemezsin, ha?"
Kâğıdı kendime çektiğimden emin olduktan sonra telefonumu rafa doğru yaklaştırdım. Diğer adamların bakışlarını üzerimde hissettiğim için rahat hareket edemiyordum. Öfkelenmiş gibi gözükmek için kaşlarımı çattım. "Burada olduğumu nereden öğrendin?"
Cama doğru daha fazla yaklaştığında adamın sadece sırtını görebiliyordum. "Cihan zeki bir çocuk."
"Sahadaki çocuk mu?" diye sordum konuşmaya birden odaklanarak. Sağ elimdeki telefonun varlığını unutmuştum bir an.
Gümüşpala aniden üzerinde çekilen ilgiden hoşlanmış gibi güldü. "Demek onunla tanıştın. Onda sana tanıdık gelen bir şeyler oldu mu? Mahkûmluk gibi?"
"O çocuk," dedim şaşkınlıkla. "Mahkûm mu?"
"Öyle," dedi sadece. Gümüşpala omzunun üzerinden bana baktı. Dudakları alaycı bir tavırla yukarı doğru kıvrılmıştı ve buz gibi bakışları tam da gözlerimin içine bakıyordu. Gözlerinde ölümü görmek beni sarstı ve parmaklarımın arasında tutuğum kâğıt ellerimden kayarak yere düştü. Bir an tüm gözlerin üzerimde olduğunu unuttuğum için küfredecektim. Kâğıt yere düştüğünde korktuğum gibi ses çıkarmadığı için Gümüşpala'nın yüzünde olumsuz bir ifade görmedim. Telefonumu arka cebime koymak için elimi geriye attığımda adamların hepsi bana uyaran bir bakış attı. Bir tanesi silahına doğru davrandığında Gümüşpala bakışlarını yüzümden ayırmadan "Aptal olmadığını biliyorum," dedi. "Buradan sağ çıkamayacağını ikimizde biliyoruz. O yüzden silahına davranmadığından eminim."
Telefonu havaya kaldırıp sağladığımda Gümüşpala donuk gözlerini üzerimde gezdirdi. Telefondan çektiğim fotoğrafları Selin'e atmayı düşündüm. Buradan sağ çıkamazsam, ki görünen oydu, birilerinin bu adresten haberdar olması gerekiyordu. Asya için bu gerekliydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Düşünce Mahkumları
Mystery / ThrillerDünyadaki en tehlikeli yer zihin, en ölümcül zehir ise düşünceydi. Her an düşüncelere esir olanlardı onlar. Onlar bakanlar değil, görenlerdi. Düşüncelerine yenilenler, zihinlerindeki altın kafeslere mahkum olanlardı. Onlar Düşünce Mahkumuydular. Far...