Otobüsten indim ve hızlı adımlarla kafeye doğru yürümeye başladım. Yine geç kalmıştım. Bu sefer kesin beni kovacaktı kafenin sahibi.
Bugün de yağmurun yağacağı bulutların kararmasından belliydi. Yağmurun yağmasını toprak kokusu için istiyor, bir yandan da mesai çıkışında ıslanacağımı düşünerek istemiyordum. Ama ne istersem isteyeyim yine de olacağını biliyordum.
Ne istediğinizin bir önemi yoktu.
Bu her konuda böyleydi. Sadece insanlar böyle olmadığını düşünürdü. Böyle olduğunu ben bilmeme rağmen çoğu zaman unutuyordum. Bu yüzden içimden sürekli tekrar ediyordum. Çünkü bunu unutmazsam hayal kırıklığına uğramazdım.
Ne istediğinin önemi yok.Ne istediğinin önemi yok. Ne istediğinin önemi yok. Ne istediğinin...
Kafenin önüne geldiğimi çok sonradan fark ettim. Çünkü ben düşüncelerimin esiriydim. O an onlar bana neyden bahsederlerse bahsetsinler ben sadece onlarla meşgul olurdum.
" Yarım saat geç kaldın, Sena." dedi kafenin sahibi olan adam başımda dikilirken. "Bu kaçıncı oldu. Her seferinde bir daha olmayacağına dair söz veriyorsun ama sürekli yaptığın şey. Eğer bir daha olursa..."
"Olmayacak." dedim hemen. Beni kovmasını istemiyordum, bu işe ihtiyacım vardı. "Özür dilerim. Bir daha olmayacak."
Adam kaşlarını çatarak bir iki kere beni süzdü. Sonra da tezgaha geçti. Bende hemen önlüğümü alıp servise başladım. Bugün kafe önceki güne göre daha tenhaydı. Bu durum işime geliyordu çünkü oldukça uykusuzdum. Tek istediğim dinlenmekti.
Ne istediğinin önemi yok.
Masaların arasında gezinerek sipariş almaya başladım. Uzun saçlı genç bir kız yanında genç bir çocukla masaya oturduğunda o kızın geçen ay başka bir çocukla bu kafede olduğunu hatırladım.
Şekerli kahve.
Evet, evet şekerli kahve içmişti. Üzerinde sade bir bluz vardı o zaman tıpkı şimdiki gibi. Yanında ki çocuk...
" Bakar mısın?"
Duyduğum sesle hemen arkamda ki masaya döndüm. Dönmemle yamuk gülümsemesiyle bana bakan bir çift kahverengi göz bulmam bir oldu. Bu çocuk oydu.
Cayını beş şekerli içen hırsız çocuk.
" Ne işin var burada ?" dedim sertçe.
"Ne zamandan beri kafeye gelmek suç." dediğinde yanında ki karizmatik çocuk güldü. Yanindaki sandalyede birinin oturduğunu henüz yeni fark etmiştim.
" Dün burada polisin seni kovalamasına rağmen nasıl..."
" Elimdeki cüzdan ve saatin takım elbiseli adama ait olduğunu biliyordun." diye sözümü kestiğinde kaşlarımı çatarak ona baktım. "Çünkü sen bir düşünce mahkumusun."
" Off." dedi yanındaki karizmatik çocuk. " Düşünce mahkumu yerine başka bir şey söyle."
"Ne saçmalıyorsunuz siz?" dedim hızla.
"Seninde bizim gibi olduğunu biliyorum. Numara çekme."
" Seninde benim gibi olduğunu hiç zannetmiyorum ama..." dedim ve devam ettim. "Benim gibi düşünce mahkumu olduğunu varsayıyorum. O zaman ne olacak? "
" Düşünce Mahkumları yazısını yazan doktorun bulduğu tedavi yontemini uygulaması için en az altı tane mahkumu bir araya toplamam gerektiğini söylediği için geldim. Yoksa..."
" Ne?!"
Verdiğim tepki yüzünden birkaç masadaki yüzler ve tezgahın arkasında ki sandalyeye oturmuş kahvesini yudumlayan patronum bana döndü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Düşünce Mahkumları
Mystery / ThrillerDünyadaki en tehlikeli yer zihin, en ölümcül zehir ise düşünceydi. Her an düşüncelere esir olanlardı onlar. Onlar bakanlar değil, görenlerdi. Düşüncelerine yenilenler, zihinlerindeki altın kafeslere mahkum olanlardı. Onlar Düşünce Mahkumuydular. Far...