Bölüm 22: Eski zaman aşıkları

40 10 48
                                    

Yeni bölüm geldi keyifli okumalar 🤗🤗

Multimedya: Yılmaz Taner ft Berke Yurdakul Rivayet

★★ Bölüm 22: Eski zaman aşıkları ★★

2016 Mayıs. Füzuli ilçesi. Ulduz

Düşecek olmak korkusu panik atak geçirmesine sebep olmuştu.

"Baba... baba.." diye sayıklıyordu.

Onu yere oturtup rahatlaması için saçlarını okşamaya başladım. Kahverengi saçları tertemiz, ipek gibi yumuşacıkdı. Bu demek oluyordu ki, evi buralarda bir yerlerdeydi.

"Ben yanındayım korkma. Derin derin nefes al."

"On-lar k.. kötü. B.. baba.." diye bir şeyler sayıkladı, ama tam anlamadım. Panik olunca kekelemesi artmıştı.

"Bak onlar kim bilmiyorum ama ben seni korurum. Ben Azerbaycan'a gideceğim, sen de benimle gel. Orada akrabalarını bulmanda sana yardımcı olurum." Dedim sakinleşmesi için. Kötü adamlardan kaçmıştı ve daha yeniydi, bu her halinden belliydi. Burada kalmaya devam ederse o adamlar onu kesin bulurdu.

"B.. ba-ba" diye sayıklamaya devam etti.

"Babanı bulmanda sana yardım ederim, hadi benimle gel. Birazdan buraya başka adamlar gelecek. Eğer burda kalırsan sana zarar verirler. Hadi." Dedim benimle gelmesi için. Eğer babası yaşıyorsa, umarım yaşıyordur onu bulmasına yardım edebilirdim. Kendi milletimden birini onların eline bırakamazdım. Bu şerefsizlerin sırf Azerbaycanlı, Türk olduğu için bir insana neler yapabileceğini biliyordum. Onlar bize düşmandı, çünkü çok iyi biliyorlardı tek bir Türk kalsa bile tüm Türklerin intikamını alır.

"Benimle gelecek misin?" Diye tekrar ettim. Zamanımız daralıyordu, her an burada olabilirlerdi. Ve ben tekrar bu şerefsizlere esir olmak istemiyordum.

Karşımda duran adam boş boş bana bakarken son kez sordum, "benimle geliyor musun?"

Cevap vermeden başını yere eğdi. Sanırım bu "hayır" demekti. Eğer kendisi gelmek istemiyorsa onu zorla götüremezdim.

"Karar senin." Dedim yüzünü son kez izleyerek. Üzgündü, korkuyordu ve birine güvenmeye hazır değildi. Ancak benim de beklemeye zamanım yoktu.

Arkamı dönüp ilerlemeye başladım, arada bir dönüp bakmasam da aynı şekilde oturmuş parmaklarıyla oynadığını görmek geleceğine dair olan inancımı kaybetmeme neden oldu. Ne bana, ne de söylediklerime inanmamıştı. Belki de haklıydı, canı çok yandığı için kimseye güvenemiyordu. Kimin dost, kimin düşman olacağını ilk görüşte anlamak zordu. Hele de düşman ülkedeysen...

Mağaraya geldiğimde deli kadını elinde silah kapının hemen yanında saklanmış şekilde buldum. Beni gördüğünde silahı indirip "Sen geldiysen, ben bir az dinleneyim." Dedi. Topladığım meyveleri onlara verip nöbeti devir aldım.

"Karanlık düşünce yola çıkacağız. " dedim ağzını tıka basa dolduran arkadaşlarıma. Böyle oldukça tatlı ve mutlu görünüyorlardı. Yanakları şişmiş, midelerine azda olsa bir şeyler girmişti. Bu bile onları mutlu etmeye yetmişti. En kötüyü görenler için mutluluk ne kadar da basitti. Afrikalı bir çocuğun bir parça ekmek bulduğunda yaşadığı sevinç gibi tertemiz, koşulsuz, şartsız, yalansız dolansız, saf bir mutluluktu. Rahata alışmış insanların anlayamayacağı, belki de aşağılayacağı bir mutluluk...

İkisi de "anladım" der gibi başını salladı. Hemen akşam olsun istiyordum. Vatan özlemi canıma tak etmişti. Korkmadan özgürce dolaşabildiğim vatan toprağı burnumda tütüyordu. Kalbim sabırsızlıkla atıyor, çocuk gibi yerimde duramıyordum. Saniyeler geçmek bilmiyordu, gerçi bir saattim yoktu, bu yüzden zamanı takip edemiyordum. Sadece havanın kararmasından saatin kaç olabileceğini tahmin ediyordum.

Karabağ'ın esir çiçeğiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin