Bölüm 30: Benim için özel

39 9 30
                                    

Yeni bölüm geldi keyifli okumalar 🤗🤗
Bölümü okumaya başladığınız anda yüzünüz de gülümseme belireceğine yemin edebilirim ancak ispatlayamam 😂

Multimedya: Unutma beni

★★★Bölüm 30: ★★★

2016 Temmuz. Bakü. Hurşit

Tek istediğim şey bu beyaz duvarların arasından kurtulmaktı. Arakel denen adam beni o evde esir tuttuğunda da istediğim buydu, özgür olmak. Benim ruhum özgürdü, kuş gibi kafeste yaşayamıyordum. Kaç yıl o yerde yaşamak zorunda kaldım, tam bilmiyorum ancak her gün ölüm gibiydi.

Ben havayı ciğerlerime yavaş yavaş doldurmayı seviyordum, kırlar da yürümeyi, deniz kenarında oturmayı. Ancak bunlar birer hayaldi. Çünki ben hiç kırlar da yürüyüş yapmamıştım, ya da rengarenk çiçeklerin arasında kendimi kaybetmemiştim, masmavi bir denizin kenarında oturup saatlerce iki mavi arasında duran ufuk çizgisini izlememiştim. Ben kendimi bildim bileli rengarenk duvarlar arasına esir edilmiştim. Güneşin ne zaman doğup ne zaman battığını bile bilmezdim, canım ne zaman istese o zaman uyur, bazen de günlerce sadece uyurdum. Yapacak başka bir şey yoktu çünkü, uyuduğum zaman hayallere dalar, kendimi hiç olmadığım kadar özgür hissederdim. Sonra tekrar uyanır, acı gerçeklerle yüzleşirdim. Bu yüzden de hiç uyanmak istemezdim.

Ama şimdi uyanmak istemiyordum. Tam özgür oldum derken tekrar dört duvarın içine hapsolmak canımı sıkıyordu, benim ilacım özgürlüktü, ancak doktorlar bunu anlamıyordu, durmadan beni uyutmaktan başka bir şey yaptıkları yoktu. Ulduz denen asker kız beni o kafesten kurtarmıştı belki, ancak başka bir kafese kapatmıştı. O da aynı onlar gibiydi. Yalancı...

Önümde durup yalanlarını sıralarken onu itip dışarı koştum. Kapı da duran doktor telefonla konuşurken dalgınlığını fırsat bilip onu ittim, koridor boyu koşmaya başladım. Düz yolda koşmaya devam edersem beni kolayca yakalarlardı, bu aptallığı bir kez yapmıştım. Merdivenlerine doğru koşup, merdivenleri ikişer ikişer indim. Küçük kapıdan kendimi dışarı attıktan sonra etrafa göz gezdirip direk yolun diğer tarafına geçmeye karar verdim.

Ulduz ve şu gıcık doktor peşimden gelmeye devam ediyordu, hızlı davranıp onları atlatmam gerekiyordu. Beni yakarlarlarsa tekrar o odaya hapsederlerdi.

Yolun o tarafına geçmek için acele ettiğimden madalyonum yere düştü. Arabalar üstüme üstüme geliyordu, ancak umrumda değildi, madalyonu yerden almalıydım. O madalyon benim için önemliydi, öyle hissediyordum, kendimi bildim bileli boynumdaydı, sanki bana güzel bir şeyleri hatırlatıyordu. Belki de biri hediye etmişti, çok özel biri. Hatırlamıyordum.

Şimdi bunun bir önemi de yoktu. Ona her baktığımda mutlu oluyordum, sanki kalbim o olmasa duracakmış gibiydi. Beni koruyan tılsımdı o, sanki o olmasa ölecektim. Üzerime gelen arabayı farketsem de çekilmedim, yere eğilip madalyonu aldım.

Arabayla burun buruna geldiğim o an nefesimi tuttum, sanki ayaklarım taşlaşmıştı, adım atmakta bile zorlanıyordum. Madalyonu sıkı sıkı tuttum, eğer o yanımdaysa bir mucize mutlaka olurdu. Gözlerimi kapatıp arabanın çarpmasını bekledim, görmezsem hemen biterdi.

Birinin kolumdan çekmesiyle gözlerim aniden açıldı. Çekmenin etkisiyle bir anda kendimi birinin üzerinde buldum. Başım adamın göğsüne çarptı, göğsü kaya gibi sert olduğu için alnım acımıştı.

Gözlerimi kıyıp alnımı tutarak yavaş yavaş üzerinden kalkmaya çalıştım. Ancak dengemi kaybedip tekrar üzerine düştüm.

"Sen ne yaptığını sanıyorsun, az daha... Ölüyordun..." Diye bağırdı kesik kesik nefesler alarak.

Karabağ'ın esir çiçeğiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin