Bölüm 20: Kalbimin aynası

45 12 66
                                    

Yeni bölüm geldi keyifli okumalar 🤗🤗

Multimedya: Bahadır sağlam Çaresiz şehir

★★★Bölüm20: Kalbimin aynası ★★★

2016 Mayıs. Füzuli ilçesi. Ulduz

O adamı öldürdükten sonra kendimi yüklerimden kurtulmuş gibi hissediyordum. Sanki kuş kadar hafiftim. Kalbim göğüs kafesimin içinde heyecanla çırpınıyordu. Sanki yıllardır bu anı bekliyormuş gibi yerimde duramıyordum. Babamın intikamını almıştım. Sonunda başarmıştım...

Gözlerimi kapattım, bir kaç damla gözyaşı benden izin almadan yanaklarımdan akıp gitti. Sadece babam öldüğünde doya doya ağlamıştım. Sonra kendime bir söz verdim, babamın katilini bulup öldürene kadar ağlamayacağım, dedim. Şimdiyse gözümden akan sevinç gözyaşlarına engel olmadım, içimde biriken tüm yaşların akıp gitmesini istedim, öfkem, kinim akıp gitsin, geriye sadece mutluluk kalsın...

Yanımdan hızla geçen birini hissettiğim an gözlerimi hızla açtım. Gözyaşlarımı silip generalin cesedine doğru öfkeyle giden kadını durdurmak istedim, ancak o kadar hızlı geçti ki yanımdan başaramadım. Kendimde değil gibiydim, yüzümde gülümseme, yanağımdan akan gözyaşları bir birine zıtlık oluştururken ayaklarım yere çakılmış gibiydi.

"Bu adamı bir kurşunla öldüremez. Dokuz canlıdır o ölmez." Diye bağırarak bir şarjör mermiyi üzerine boşalttı. Art arda sıkılan kurşunlarla irkildim. Canı yanan bir anneydi o, ne yaparsa yapsın içi soğumayacaktı. Onu anlıyordum.

Bu ona yetmemişti, yerden aldığı taşları üzerine atmaya başladı. Bu adamdan ne kadar nefret etsem de, bir insanın ölüsüne yapılanlara seyirci kalamazdım. Bu insanlığa sığmazdı. Belki onda insanlık yoktu ama bende vardı. Ne kadar kötü olursa olsun, artık ölmüştü. Gerisi Allah'ın bileceği işti.

Kadının yanına gidip elindeki taşları aldım, "Yeter artık dur, öldü" dedim uyarıcı bir ses tonuyla. Adamdan gözlerini çekip kolunu tutan bana baktı, gözlerine baktığımda orda gördüğüm kin beni korkuttu. Gözleri kıpkırmızıydı, hani "gözlerini kan bürümüş" derler ya, işte o deyimin can bulmuş haliydi.

"Yetmez." diye bağırdı, "Yetmez."

Generalin yüzü paramparça olmuştu ancak o durmak istemiyordu. Ona olan kini o kadar büyüktü ki tüm vücudunu paramparça etmeden durmaya niyeti yoktu.

"Ben onu tam beş kez öldürdüm. Beş kez tekrar dirildi. Bu sefer izin vermeyeceğim, bu sefer olmaz." Diyerek diz çöktü. Bende onun gibi diz çöküp ona sarıldım. Çaresizce ağlıyordu, sanki yıllardır biriktirdiği gözyaşları içine sığmıyor, taşıyordu.

"Sahiden öldü mü?" Diye sordu ağlamaktan çatal çatal olmuş sesiyle. Adama doğru eğilip nabzını kontrol ettim. Nabız yoktu, ölmüştü, bu sefer gerçekten ölmüştü.

"Öldü" dedim düz bir sesle, "Öldü."

"Oğlum huzur bulacak artık."

Güldü, gözyaşları yanaklarından oluk oluk akarken o kahkahalarla güldü. Bu sefer attığı kahkahalar bana delirmiş gibi gelmemişti, kalbi intikam ateşiyle yanan bir annenin sevinç kahkahaları gibi gelmişti. Ona karşı içimde bir yakınlık hissetmiştim, belki de küçük bir oğlu olan bir anne olduğum içindir bu hisler... Belki de iyi bir insanın vicdanıdır... Bilmiyorum ve şu an bilmekte istemiyorum. Ona sımsıkı sarıldım. Tüm yaralarını sarmak ister gibi sarıldım...

Yaraları vardı, sadece yüzünde vücudunda değil, kalbindeydi yaralar. Sarılmayı bekleyen geçmişten kalmış yaralar...

Azerbaycan'a dönebilirsem eğer ailesini bulmakta ona yardım edecektim. Belki de akrabalarından biri ya da birileri yaşıyordur ve bu çaresiz kadına kol kanat gelirler. Onun yaralarına melhem olurlar... Olur da hiç kimsesi olmazsa ona kendim sahip çıkacaktım. Kocaman evimizde ona da bir oda verir, yaralarını hep beraber sarardık, annem de tek başına kalmazdı, ona arkadaş olurdu. Eğer buradan kurtulabilirsek... Doğru, ilk önce buradan kurtulmalıydık. Sanki aklımın düşünme fonksiyonları geri gelmişti.

Karabağ'ın esir çiçeğiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin