Bölüm 24: Özgürlüğün addım sesleri

64 11 36
                                    

Yeni bölüm geldi keyifli okumalar 🤗🤗

Multimedya: Ceyhun Həsrət Ömrümün ən gözəl çağı

★★★Bölüm 24: Özgürlüğün addım sesleri ★★★

2016 Mayıs. Füzuli ilçesi. Ulduz

Yol için hazırdık. Ben önde, kadın ve çocuk arkamda yürürken, Artur yanımda yürüyordu. Kullanmayı bilmediğini söylese de eline silah vermiştim. En azından gerekli olduğunda kendini korumayı becermeliydi.

Çalılara basa basa ilerlerken sessizlik hakimdi. Bitmek bilmeyen orman can sıkıcıydı. Sabırlı ve sakin biri olsam da, aklımı kurcalayan sorular beni boğuyordu. Muhabbet açmak için yüzümü Artur'a taraf çevirip aklımı kurcalayan o soruyu sormaya karar verdim, samimi olduğunu düşündüğüm bir ses tonuyla "Azerbaycanlı mısın?" Dedim.

Yüzüme donuk bir ifadeyle baktı, sanki ne söylediğimi anlamamıştı.

"Yani ailen Azerbeycanlı mı?" Diye sorumu düzelttim.

"Azerbaycan neresi bilmiyorum. Ben ha... haa.. hatırlamıyorum" dedi, ilk başta normal konuşsa da sona doğru kekelemişti. Bu adamda adını koyamadığım bir şey vardı, sanki bir şeyler yanlıştı, ancak yanlış olan ne, onu bulamıyordum işte.

"Peki ailen nerede? Baba, baba diye sayıklıyordun. Baban nerede?"

"Be... Ben... Ben babamı gördüm.. çocuk.. şimdi tanımıyorum. Bil.. bildiğim tek şey Azer... Azerbaycan da olduğu."

"Azerbaycan'a gidince buluruz merak etme. Sana söz verdim." Dedim tebessüm etmeye çalışarak. Çok fazla soru sorup onu bunaltmak istemedim. Bu kadar bilgi şimdilik yeterdi. Sessizce etrafı inceledim. Görünür de kimse yoktu.

Ormanlık alandan çıkıp düz arazide ilerleyemeye başladık. Bu arazinin bitiminde mayınlı arazi vardı, buraları çok iyi biliyordum. Görev için bir kaç defa buraya gönderilmiştim.

Elime kalın bir dal alıp toprağı kontrol ederek yürümeye başladım. Diğerleri de benim bastığım yerlere basarak ilerliyordu. Kontrollü bir şekilde mayınlı araziyi geçtik. Kolay görünse de sabır gerektiren bir işdi. Eğer mayının üstüne basarsanız en düşük ihtimalle bacağınızı kaybedersiniz, çoğu askerim bu mayına basarak şehit oldu. Onları düşündüğüm an gelen ağlama hissini bastırmak için başımı yukarı kaldırıp, kipriklerimi kırpıştırdım. Uzaktan görünen parıltıyı izledim. Ordaydı gururla aheste aheste gökyüzünde salınıyor, mağdur duruşuyla düşmanlara meydan okuyordu. Gözlerim doldu, bir damla yaş göz pınarımdan akıp giderken, gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Vatan kokuyordu, her bir zerresi vatan kokuyordu. Gecenin karanlığında gökyüzünde dalgalanan üç renkli bayrağı gördüğüm an içimden "değer" dedim, herşeye değer.

Yıldızına, hilaline kurban olduğum bayrağım, yeşilin İslamiyetim, mavin Türklüğüm, kırmızın özgürlüğümdür ve sen tüm asaletinle benim milletimin temsilisin. Senin olduğun yerde biz varız, bizim olduğumuz yerde de sen hep var olacaksın.

Özgürlük sadece bir addım ilerideydi. Gözlerimi bayraktan zorda olsa çekip yola devam ettim. Her adımda kalp ritmim hızlanıyor, heyecanım artıyordu. En son oğlumun bulduğu haberini alırken bu kadar heyecanlanmıştım.

İleride askerler nöbet tutmuştu. Üç kişiydiler. Görüş alanlarına girdiğimiz an hazır ola geçtiler.

Askerlerden biri elindeki silahı bize doğrultarak, "Durun! Daha fazla yaklaşmayın yoksa ateş ederim!" Diye bağırdı.

Ellerimi kaldırıp "Ateş etmeyin teslim oluyoruz." Dedim. Bunun yeterli olamayacağını biliyordum. Onlar silahı at, demeden silahı yere yavaşça bırakıp ayağımla kendimden uzaklaştırdım, "Ben teğmen Ulduz Eyvazova. Bunlar da kurtardığım azerbaycanlı esirler." Diye konuşmaya başladım, çok fazla detaya gerek yoktu. Zaten şimdi ne söylesem inanmayacak, beni araştırmadan körü körüne söylediklerime güvenmeyeceklerdi. Ben de öyle yapardım.

Karabağ'ın esir çiçeğiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin