Ellerini serbest bırakmış, kucağında bana yer açmıştı ve kısık gözleriyle arabanın tavanını izliyordu. Bir söz vermiştim ve başımdaki beladan zor da olsa kurtulmuştum. Onun sayesinde. Şimdiyse geri adım atamazdım; acizlik olurdu. Yutkundum ve etrafta göz gezdirdim. Ne bir araba geçiyor, ne de insan sesi geliyordu kulağıma. Yalnızca kuş sesleri ve aramızdaki sessizlik.
Derince bir iç çektim ve birkaç adım ileriye doğru yürüdüm. Arabaya yaklaştıkça kalp atışlarım hızlanıyordu ve tüm hücrelerime yayılan heyecan midemi ağrıtıyordu. Son kez yutkundum ve yapmak zorunda olduğum bu şeye kendimi hazır hale getirmeye çalıştım. Sakin ol Jennie, kimse yok, sadece ikinizsiniz. En kötüsü de buydu ya zaten. Sadece ikimiz vardık ve ben buna rağmen utançtan ölebilirdim. Hafifçe eğildim ve bir bacağımı diğer tarafa atıp olabildiğince sakin ve yavaş bir şekilde kucağına oturdum. Okul çantamı sırtımdan çıkartıp kenara koydum. Taehyung hala tavanı seyrediyordu ve ne yapmam gerektiğinden emin değildim. O beni yönetene kadar beklemeye karar verdim.
Sanırım çaresizliğimi anlamış olacakki kafasını yasladığı yerden kaldırıp yüzüme bakmaya başladı. Utançtan ölmek üzereydim; tam şu an göz gözeydik ve ben istesem de gözümü kaçıramıyordum. Resmen beni kendine kitliyordu ve bakışlarımı kaçıramıyordum. Önüme düşen saç tellerini eliyle kulağımın arkasına sıkıştırdıktan sonra ellerini belime koyup beni hafifçe kendine doğru çekti. Ben de biraz daha yaklaştım ve kafamı göğsüne koyup sarıldım. İstediği şey buydu çünkü; kucağına oturup ona sarılmam. Kalp atışlarını duyuyordum ve bu garip hissettiriyordu.
Elleri belimden bir saniyeliğine bile ayrılmazken hiç konuşmaması artık sinir bozucu gelmiyordu. O hiç konuşmazdı zaten, ben konuşurdum, soru sorardım ama umursamazdı. Yaklaşık yarım saat sonra kafamı yavaşça kaldırdığımda Taehyung, kafasını yana yaslamış uyuyordu. Dikkatli bakınca çenesinde hafif bir morluk olduğunu fark ettim. Muhtemelen bir yere çarpmıştır diye düşündüm. Sonrasında bakışlarım dudaklarına kaydığında bir süre öylece durdum. Bana resmen davet çıkarıyordu öpülesi dudakları.
Eğer öpersem rahatsı olur muydu? Gerçi şu an olduğumuz konumu o istemişti; öpsem onun için sorun olmaz gibi duruyordu. Ama ben daha önce kimseyi öpmemiştim ki. Sanırım tek gördüğüm öpüşmeler filmlerdekiler ve sokak aralarındaki sevgililerinkilerdi. Biz de öyle olabilir miydik diye bir anlığına düşündüğümde bu imkansız gibi gelmişti. Sonuçta o çok yakışıklı, büyük ve güçlü biriydi. Liseli toy bir kız ile işi olmazdı. Benden çok daha güzel kızlar vardı, neden bana baksın ki? İlk tanıştığımızda bile liseli olduğum için beni küçümsemişti. Haklıydı belki de. İkimizin gerçek bir sevgili olması yalnızca hayalden ibaret olurdu benim için.
Bu durmak bilmeyen sesler ile kafamın içinde savaş verirken Taehyung kafasını kaldırmış ve uykulu gözlerle bana bakmaya başlamıştı. "Uyandırdığım için özür dilerim." Suç üstünde yakalanmış gibi hissediyordum. Mahçup ifadeyle saçımı kaşıyıp bakışlarımı kaçırdığımda arkadan saçlarımı okşamaya başladı. "Jennie." Batırdım. Batırdım. Batırdım.
"Uyandırmadın, gözlerime bak." Dediğini yapıp gözlerine baktığımda beni yatıştırır bir ifadeyle suratıma bakıyordu. "İstersen seni evine götürebilirim, sözünü tuttun. Artık benimle durmana gerek yok." Ellerini belimden çekmiş, serbest bırakmıştı; sanki rahat olmamı istiyormuş gibiydi. Onun temasından rahatsız değildim, garip bir şekilde hoşuma gidiyordu. Bunu başka biri yapamazdı, izin vermezdim. Ama Taehyung, farklıydı.
Belki beni eve bıraktıktan sonra bir daha karşılaşmayacaktık, son kez bakıyordum şu an yüzüne; sonuçta her ikimiz de birbirimize olan sözü tutmuştuk, isteklerimizi yerine getirmiştik. Sevgili oyunumuz çoktan bitmişti.
Ama bu süreçte ben, kendime verdiğim sözü tutamamıştım. Bir daha göremeyeceğim gizli aşkıma, kalbimde oluşturduğu çiçeklerden bir kırıntı öpücüğü vermek istiyordum. O beni kötü adamdan korumuştu, yağmurun altında ıslanırken beni evime bırakmıştı, yalnızken yanıma gelmişti, o gece yatakta ağlamaktan alıkoymuş, partiye götürmüştü. Belki de ben basit olaylardan etkilenen masal prensesiydim ama aşk bu değil miydi zaten? Sonuç olarak ona karşı olan hislerim oluşmaya başladığında artık itiraz hakkım yoktu kalbime karşı.
Hiçbir şey demeden durup sadece dudaklarına bakıyordum. Bakışlarımı bana bakan gözleriyle birleştirdim. "Taehyung, bir şey sorabilir miyim? Lütfen. Son kez." Ne zaman soru sormak istesem 'Hayır.' diyordu. Ama bu sefer başını hafifçe onaylar biçimde sallayıp "Sor." demişti. Yerimde hafifçe kıpırdandım ve saçlarımı geriye attım. Kapı açık olmasına rağmen içerisi yavaş yavaş sıcak olmaya başlıyordu. Utanç duygusunun esiri altında kısık çıkan sesimle konuşmaya çalıştım.
"Beni öper misin?" Kalp atışım bir an olsun yavaşlamamıştı.
Sorduğum soruyu anlamaya çalışırken gözlerime bakıyordu. Sonrasında ise hiç sorgulamadan yavaşça yüzüme yaklaştı ve dudaklarını dudaklarıma bastırdı. O an zamanı durdurmasını istedim Tanrı'dan. Hafifçe geri çekildiğinde ilk öpücüğüm Taehyung'un dudaklarındaydı artık. Bu minik öpücüğü bile nefesimi kesmişti, yutkundum, öylece durdum. Kelebekler uçuşurken bulutların üzerinde gibiydim. Ağlamak istiyordum, duygularımı bastıramamak, birazdan beni eve bırakacak olması, bir daha görüşmeyeceğiz düşüncesi kalbimi acıtıyordu.
Kalbim ağzımda atarken Taehyung tekrardan kapandı dudaklarıma. Bu sefer daha belirgin ve istek dolu öpüyordu beni. Elimi koltukta duran sargılı elinin üstüne koydum. Beceriksizce dudaklarımı hareket ettirip ona ayak uydurmaya çalıştım. Bilgisizliğimi çok iyi yönetiyordu, farkındaydı her şeyin; yavaşça öpüyordu dudaklarımı.
Geri çekilip düzensizleşen nefes alışverişlerimi ve hızlanan kalbimi dindirmeye çalıştım. Bir damla gözyaşı aktı yanağımdan, ikincisi eşlik etti sonra. Bu yaşlar hüzün dolu değildi, sadece duygu karmaşasının küçük bir göstergesiydi. Evet hüzünde vardı ama anlatamadığım diğer hislerin somutlaşmış haliydi. Başım öne eğikti, yüzüne bakmaya cesaretim yoktu. Elim hala elinin üzerindeydi. Diğer eliyle çenemden tutup yüzüne bakmamı sağladı. Sıcaklığı hissediyordum, yanaklarım yanıyordu. Çenemdeki elini yanağıma götürüp gözyaşlarımı sildi.
Elini üstünde tuttuğum elimi kendi elinin altına alıp tuttu. Sargısına baktığımda hafif kanamış gözüküyordu. "Taehyung elin kanıyor..." Bakışları bir süreliğine elimi tuttuğu eline kaydı. Birdenbire çalıp, arabada yankılanan telefon sesi çantamdan geliyordu.
Çantama uzanıp içerisinden telefonumu aldım. Arayan annemdi. "Açmayacak mısın?" Telefona endişeyle bakakalmışken Taehyung'un seslenmesiyle telefonu açtım. "Alo."
"Neredesin Jennie, hava kararmak üzere."
"Yuna ile ders çalışmak için bir kafeye oturduk, dalmışız saati fark etmedim. Kalkacağız birazdan."
"Tamam dikkat et gelirken. Bir dahakine de haber vermeyi unutma. Merak ettim seni."
"Tamamen aklımdan çıkmış, çok üzgünüm anne... Geliyorum, merak etme."
Ardından telefonu kapatıp çantama koydum. Taehyung'un kucağından hızlıca kalktım ve arabadan indim. "Ah!" Taehyung kısık sesle inlemişti. Korkuyla arkamı döndüm. "Ne oldu?" Elini incitmiş olabilirdim.
Diğer taraftan inip aynı hızda sürücü koltuğuna geçti. Cevapsız kalan soruma anlam verememiştim, ne olduğu hakkında en ufak fikrim yoktu. "Arabaya bin Jennie, bir şey yok." Çantamı alıp arka kapıyı kapattıktan sonra ön koltuğa geçtim. Çantamı kucağıma koyup anlamsız bakışlarımı Taehyung'a attığımda gözlerini yoldan ayırmıyordu. Üstelemedim ve önüme dönüp yolu izlemeye başladım.