BÖLÜM 22

21.8K 787 120
                                    




Eğer bu gece buradan çıkmak istiyorsam yapmam gereken birkaç şey bulunuyordu. Önceliğim, olur da çıkamazsam ve kalıp bu manyakla baş etmem gerekirse diye; Arkın'ı bu denli etkileyen şeyin ne olduğunu öğrenmekti.

Ardından bu konunun üzerine gidebilmek için biraz uysal bir tavır takınıp ona anlayışla yaklaşarak dikkatini dağıtmalıydım ki, gecenin sonunda sızmadan önce evden çıkamamam için mutfağın bahçe kapısını kilitlemeyi unutmalıydı.

Ne kadardır, koltuğa uzanmış planlar yaptığıma dair bir fikrim yoktu.

Hava kararmaya başlamıştı ve Arkın hala ortalarda yoktu. Onu bu kadar travmatize eden şeyin ne olduğunu deli gibi merak ediyor ve aynı zamanda da bu bilginin işimi görebileceğini hissediyordum.

Acıkmaya başlamıştım. Hala masanın üzerinde durmakta olan kahvaltılıklar da cazip gelmiyordu. Ayrıca tüm bunları kim hazırlamıştı? Ve kim toparlayacaktı?

Dışarıdaki adamların silah tutmaktan başka bir işe yaramayacaklarını göz önünde bulundurunca ister istemez bu düzeni; bir belki de birkaç kadının sağlıyor olduğunu düşündüm fakat ortada bunları yapabilecek birileri yoktu maalesef ki.

Biraz daha burada dururlarsa kokmaya başlayacaklarını düşündüğüm için elime yapışmayacağı konusunda kendimi ikna ederek toparlamaya karar vermiştim. Hem belki zaman geçerdi.

Masanın üzerindekileri teker teker mutfağa taşımaya başladığımda bir yandan da kendi kendime söyleniyordum. Yapmadığım bir bu kalmıştı onu da yapıyordum. Geriye ne kalmıştı acaba?

Diğer yandan da ne yiyebileceğimi düşünüyordum. Aç olduğum zamanlar hayat enerjim sömürülmüş gibi hissediyordum ve modum fazlaca düşük oluyordu. Arkın'la baş edebilmek için güçten düşmemem gerekiyordu.

Hazırlayabileceğim ne var ne yok diye dolaba bakındıktan sonra duraksadım. Şu an benim için bir şeyler yemekten daha öncelikli bir durum vardı.

Mutfağın bahçeye açılan kapısına ulaştım. Camdan, dışarıdakilere göz attıktan sonra fark edilmemek için usulca kapının kilitli olup olmadığını yokladım.

Kilitli değildi.

Neredeyse buradan kurtulmuş kadar sevinmiştim bu duruma. Sevinç çığlıkları atmamak için kendimi zor tutuyordum.

Arkın Kaner çıkıp gitmişti ve ardından ne kapıyı kilitlemişti ne de adamlarından birine bunu yapmasını söylemişti. Demek ki bu gece rolümü güzel oynayabilirsem, ki tiyatro sahnelerinin tozunu attırdığım zamanlar çok geride kalmamıştı, buradan kurtulacaktım.

Tekrar özgürlüğüme kavuşacak olmanın verdiği bir mutlulukla şarkılar mırıldanarak etrafı toplamaya devam ettim.

Sürekli bu duyguyu yaşayan biri olmamıştım hiçbir zaman. Nasıl hissettirdiğini pek bilmiyordum, biliyorduysam da üzerinden o kadar zaman geçiyordu ki unutuyordum.

Genelde memnuniyetsiz biri olarak; küçük şeylerden bile mutlu olabilen insanları hiçbir zaman anlamıyordum. Neden bu kadar kolay kandırılabildiklerini de anlayamıyordum. Ama bir teorim vardı; insanlar mutsuzluğa kendilerini alıştırıp beklentilerini öylesine düşürüyorlardı ki, en ufak şeyde anlamsızca dünyanın en mutlu insanı olabiliyorlardı.

Bahçenin birinden koparılıp getirilen güle neden mutlu olurdu ki bir insan? Ya da samimiyetten bir hayli uzak, sevgi sözcükleri adı altında söylenen yalanlara neden kanıp mutlu olurlardı?

Mutluluğun göreceli bir kavram olduğunu ve insanların da aciz varlıklar olduğunu göz önünde bulunduracak olursak ufak şeylerden mutlu olmak kesinlikle bir insanın kandırılabilme derecesini gösteriyordu.

Özgür olduğu için mutlu olabilecek bir insan; ancak esaretten yeni kurtulmuş bir insan olabilirdi. Tıpkı şu demir kapının ardına geçip de orman boyunca koşmaya başlayınca bedenimi saracak mutluluğu hissedecek olan benim gibi.

Masanın üzerindeki son tabakları da alıp mutfağa girmiştim ki, mutfakta dikilmekte olan Arkın'ı görünce irkildim.

"Ödümü kopardın." diye kızarak elimdekileri tezgahın üzerine bıraktım.

"Şarkılar mırıldandığına göre mutlusun." dediğinde, aklımdan geçenleri okuyamadığı için memnun olmuştum.

"Evet mutluyum." dedim net bir şekilde. O benim yalnızca, boynumdaki cevher ve bahçedeki canavar sayesinde mutlu olduğumu sanarken benim hedeflerim oldukça büyüktü. Ayrıca bahçeden koparılan bir güle mutlu olmayabilirdim ama kapıma yığılacak bir kamyon gül beni mutlu edebilirdi. Belki.

"Tüm bu olanlara rağmen." Çenemi tutamayarak imalı sözlerimi eklemekten hiç geri kalmadım tabi ki.

"Hangisini beğenmedin?" diye sordu ciddi bir tavırla.

Önce ona inanamayarak baktım. Tek sorun hediyelerdi zaten değil mi? Ruh hastası.

Sonra, role girmeye karar verdim. Ona doğru ilerlemeye başlarken bir yandan da dudağımı büzmüştüm. Işık açık olmamasına rağmen yüzünü net bir şekilde görebildiğime göre o da benim yüzümü görebilirdi.

"Aşk olsun, doğum günümde beni yalnız bıraktın."

Afallamıştı. "Olsun." dediğinde başta anlamamıştım ama sonrasında aşk olsun anlamında dediği ancak düşmüştü.

Arkasında tuttuğu pasta kutusunu ortadaki tezgahın üzerine bıraktığında, şaşkınlıkla baktım. Nasıl görmediğimi düşünürken gözlerim bedeninde dolandı. Genişliği sayesinde görmek pek mümkün olamazdı zaten.

"Pastasız doğum günü olmaz."

Çocuk kandırır gibi konuşmasına sinirlensem de bozuntuya vermedim. Bu gece hiçbir şey beni yıldıramazdı.

Heyecanlı bir tavır sergileyerek kutuyu açtım. Pastanın yaban mersini ve frambuazlı olmasına hiç şaşırmamıştım. Bu adam her şeyimi biliyordu. Abartısız hem de.

Pastanın kremasına parmağımı daldırdıktan sonra parmağımı yalayışımı dikkatle izledi. "Tadı çok güzel." diye mırıldandım.

Bir şey demedi. Onu zorladığımı hissedebiliyordum. Gülmemek için kendimi tutarak dudağımı tekrar büzdüm. "Ama şarabımız yok."

Bendeki bu 180 derece dönüşe anlam veremediğini tahmin edebiliyordum ama bozmayacağına da emindim. Çünkü beni bu halde bulmak nadiren yaşanan bir doğa olayı gibiydi.

Yüzüme dik dik baktığında, "Şarapsız kutlama mı olur?"  diye mızmızlandım. Şarap şişesini duvara fırlatması içime oturmuştu.

"Alkol zararlı bir şey." dedi beni taklit ederek. Dün gece sırf onu gıcık etmek için böyle bir hatayı nasıl yaptığımı düşündüm. Özellikle de bu gece alkol olmadan asla olmazdı.

Kendimden beklenmeyecek kadar tatlı bir gülümseme gönderdim. "Ben zararlı şeyler seviyorum."

"Biliyorum." dedi ve başka hiçbir şey söylemeden bahçeye çıktığında öylece kalakalmıştım.

Göt gibi kalmak nedir nasıl olur, beni gören birisi buna cevap bulabilirdi.

Sinirle yerimde tepinip bir o tarafa bir bu tarafa yürümeye başlamıştım ki mutfağa geri girdiğinde duraksadım.

Elindeki şişeyi pastanın yanına bıraktı.

Almıştı.

Sırf benimle uğraşmak adına şarap şişesini muhtemelen arabada bırakmıştı.

Bu detayı da atlamamış olması, altını çizerek söylüyorum normal şartlar altında olunsaydı, düşülebilecek bir hareketti.

O anda aklıma, şişeyi fırlatıp da duvarı kırmızıya boyamış olduğu geldi. Duvar hala lekeli miydi hiç dikkat etmemiştim. Salona geçtiğimde ilk işim duvarı kontrol etmek olacaktı. Bu davarın duvar silecek hali yoktu ama eğer duvar temizse birileri gelip temizlemiş olmalıydı. Kimdi tüm bunları yapan?


KANERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin