6. Bölüm - "Ölüler Aldatılmaz!"

893 402 886
                                    

Herkese merhabaaaa👋

Keyifli okumalar...🖤



Renkler...

Hz. Adem'den belli hayatımızın yönünü, ırkımızı, düşüncelerimizi, bedenlerimizi ayrıştıran, varoluşumuza anlam katan bir unsur... Tek renkte olan bedenimizin hamurunda bile birçok renk vardı.

Allah Cebrail As.'ı Hz. Adem'in bedeni için dünyaya toprak almak üzere gönderdiğinde, cehennemde parçasının yanacağını bilen toprak, Allah'a sığınıp vermemişti parçasını.

Ardından Mikail As. görevlendirilmiş, eli boş dönmüş. Sonrasındaysa İsrafil meleği görevlendirilmişti ama o da eli boş dönünce en sonunda da Azrail As. Dünya'ya inmiş ve topraktan yine aynı cevabı almıştı. Ama Azrail As.  Allah'ın emrini yerine getirmeden dönmemek için Allah'a sığınınca toprak mecbur parçasını vermişti.

Beyaz, siyah, kızıl ve sarı renkteki toprakları yeryüzünden alıp Allah'ın huzuruna gelmişti. Yaratan dört toprağı çamur haline getirip ilk insanı Hz. Adem'in bedenini yaratmıştı.

Şimdi hepimizin siyah insanı beyazdan aşağı gören, kızılı lanetli bulan, sarışını büyücü ilan ederek insanı insandan ayrıştıran tüm renkleri hamurunda taşıyan o insanoğlunun, kendi dünyalarımızda bize zorla direttiği renklerin cehenneminde boğuluyorduk.

Sima, yerde kızıl saçlarından hallice kızaran boğazındaki ipin bıraktığı izle sonsuzluğa doğru yol almıştı. Ayaz'ın feryadı, Soner'in bize direttiği renkli kapılara çarpıp yüzümüze vuruyordu.

İnsan doğarken ağlıyordu ama ölürken ardında ağlayacağı insanlar bırakıp gidiyordu. Ve işin kötüsü ağlamanın bile bizim dünyamızda bir rengi vardı.

Birinci kata doğru çıktım. Aren ardımdan gelirken Giray'ın kapısının önünde durdum.

Mor... Yaratıcı, nevrotik, saygınlık, ruhani yetenek ve daha fazlası... Ama Giray için ölümün simgesiydi. Neşesiyle ölümün soğukluğunun üzerini örtmeye çalışan Giray hiç ölmeyi istemiş miydi? Çünkü moru seven bir insan bir kere bile olsa mutlak ölümün eşiğinden geçmek istemiştir. Belki de geçmişti...

Çok gülenin acısı çok olur derlerdi. Giray'ın gülüşü de mi mordu?

"BIRAK!" diye bağırdı Ayaz. Sesi kararan ruhumun rengini bir ton da attırdı. Sesler yakınlaştı. Bir ölü gibi, kucağında sevdiği kadının ölüsünü taşıyordu. Sima'nın kızıl saçları yere doğru süzülmüş, sanki tüm bedeni kaskatı kesilse de saçları yaşamaya yeminli gibi salınıyordu.

Üvey de olsa babasının boğazına taktığı iple öldürülmüştü Sima... Ve ölüm bir kadına daha yakışmamıştı...

Ayaz yanımdan geçerken ismi gibiydi bende yarattığı his. Kuru, keskin bir soğukluk ele geçirdi bedenimi. Merdivenin demirini parmaklarım kırılacak kadar sıktım. Aren tuttu diğer kolumdan ve beni olduğum dünyadan başka bir dünyaya sürükledi "Yaralısın, dikkat et," dedi. Dediğini önemsemeden merdivenleri diğerleri gibi bir bir adımladım.

İkinci kat... Ayaz'ın dünyası... Kırmızı olan kapısına belki yeni bir anlam daha yüklenmişti. Asla yüklemek istemeyeceği bir anlam...

Ayaz'ın kapısı hep aralı olurdu. Asla kapatmaz, yanında anahtar bile taşımazdı. Bunun en büyük sebebi Marmara depremini yaşamış olmasıydı. Annesi, babası ve kardeşini kaybetmişti o depremde. Kilitli bıraktıkları kapının anahtarını bulamamışlar ve dışarı çıkamamışlardı.

Kardeşi... gözünün önünde, bir moluzun altında can vermişti ve iki gün boyunca, kurtulana kadar kanlı, cansız bedenini izlemişti Ayaz kardeşinin. Kırmızının her tonunu kardeşinin yüzünde kuruyan o renkten ezberlemişti...

SARENHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin