Herkese merhabaaa 👋
Sınav döneminde olduğum için bölümü düzenli yükleyemedim kusura bakmayın...
Telafi amaçlı biraz uzun tuttum ama sizi sıkmaması açısından çokta uzatmadım. Bölüm uzunluklarıyla alakalı bana yazarsanız ona göre hareket edebilirim tabi. 💁🏻♀️
Ben uzun uzun yazmayı ve gevezelik etmeyi azıcık severim ama burada tek düşündüğüm kendim olamam tabiki🙈
Bu arada bölümler ile alakalı kesitler ve gelecekten bölümlerin kesitlerini takip etmek için sosyal medya hesaplarımdan da beni takip edebilirsiniz.
İnstagram: _0nsraa_ (İlk harf sıfır ile)
Tiktok: 0nsraa_ (İlk harf sıfır ile)
Neyse çok konuştum. Hadi bölüme geçelim.
Keyifli okumalar...🖤
✨
Elimde sıktığım telefon muydu yoksa kalbim miydi karar veremiyordum. Acıdan sıyrılmayan derimin her parçasına yenileri yükleniyordu. İnsan derisinin suni bir deriden farkı yoktu. Her şeyi çabuk sindirir, çabuk kabullenir ve yıpranırdı. Peki, benim sindiremediğim neydi? Benim derime sinen o kötü koku kimin dilinden çıkan kelimelerin zehrinden bulaşmıştı da bir türlü kendi derimin rengini göremiyordum?
"Sen girmeyen eve rakı girer, birlikte girseniz, ah ne güzel bu gece," diye söylemeye başlamıştı Aren ve bir rakı bardağı kırılmıştı göğsümde, can kırıklarıyla doldum, henüz tazeliğini koruyan her acının üzerine oluk oluk kan yağdı. Ben kanarken, ardımdaki sesi duymazdan gelip dışarı çıktım.
Parmak izinden hallice olan acıları kişiye göre seçebiliyordum. Ruhuma kadar uzanan her parmağın izinden bulaşan acıların sahiplerini gözüm kapalı bulurdum ama Aren'de farklı bir şey vardı. Onun önüne ördüğüm duvar öyle güçlüydü ki o, duvarın özelliklerine takılmadan ardındaki bana ulaşmaya çalışıyor gibiydi. Ve daha dokunmadan tüm izlerini üzerime bulamaya yeminli gibiydi...
Telefonuma yeniden düşen mesajın titreşimiyle irkildim. Başkomiser Sezgin'in attığı konumu açtığımda sabır dilenircesine gözlerimi yumarak ne yapmam gerektiğini düşündüm. Karar vermek benim için güç olmamıştı. Rüzgarın içine çektiği nefesine yeniden kapılarak, üflediği yere, yani o konuma doğru savruldum.
Caddenin kalabalığına nazaran arabalar sıkış tıkış ilerlerken şansıma bir taksi durdu önümde. Dizinin içinde gibi hissediyordum kendimi. Başrolün acilen taksiye ihtiyacı olur ve ne hikmetse o taksi o köşeden çıkıp gelirdi. Allah'tan gerçek hayattaydım. Ya da olmasa mıydım?
Yaşadıklarımız öyle düzensiz, öyle aniydi ki bir ateisti bile dine imana döndürürdü. Ve bir o kadar da savunmasızdı her yaşanan adamı dinden çıkarır, imanlı olan Allah diyemeyecek kadar aklını yitirir kalırdı Allahsız. Müslüman gibi yaşar, ateist gibi davranırdı...
"Abla nereye?" diye sordu şoför. Anlık irkilip "Aydos Tepesi'ne," dediğimde adamın kaşları çatıldı. "Bu saatte ne yapacaksın abla, yanlış anlama başına bir iş falan gelmesin? Bıktık kadına hak gördükleri zorba hayattan," dedi.
"Sıkıntı yok abicim," dedim tebessümle. Sıkıntılı bir nefes verip peki der gibi başını salladı ve bastı gaza. Radyo da bir ses belirdi.
"Rakının ısınmaya niyeti yok
Adı çilingir olsa da bu sofra, bi' sen kapısına
Diz çöker, çare bulamaz"Aren'in tamamlamasına katlanamadığım şarkı çarptı yüzüme. Başımı cama yaslayıp şehrin alıcı ışığında boğulan insanlarına baktım. Herkese, her şey baktım ama sebebi olduğum adamın beni izlediği yöne yine bakamadım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAREN
Teen Fiction"Bizler renkli kapılar ardında kendini bulmaya çalışan dört kişiydik. Bir evimiz yoktu ve her şey bize uzatılan anahtarın araladığı yeni dünya ile başladı. Şimdiye kadar herkesin birbirini dinleyip ama anlamadığı evlerden sıyrılmıştık. Samimiyetin b...