Hoş geldiniz! Birkaç cümleyle dahi olsa düşüncelerinizi belirtirseniz çok sevinirim. Keyifli okumalar dilerim.
☪
4. Bir Dağ Devrildiğinde
Agâh Karan;5 Ay önce
Sizin hiç babanız öldü mü? Sırtınızı yasladığınız bir dağ olarak gördüğünüz adamı toprağın altına koymak nasıl bir his biliyor musunuz? Bu çok boktan bir durum. Her ne kadar torun sevecek yaşta olsam da babamın ölüm haberini aldığımda küçücük aciz bir çocuk gibi oturup hıçkıra hıçkıra ağladığımı hatırlıyorum. Bundan tam bir hafta önce o haber ilk geldiğinde donup kalmıştım. Sanki babam hiç ölmeyecekmiş, hep yanımızda olacakmış gibi hissederdim ama ben ölüm gerçeğini çok çabuk unutmuşum meğerse.
Peki sizin hiç evladınız öldü mü? Evlat acısı başka hiçbir şeye benzemiyormuş. Bunu da tam otuz yıl önce fark ettim. O zamanlar daha gençtim. Eşim Defne ve benim iki çocuğumuz vardı ve güzeller güzeli karım ikiz çocuklarımıza hamileydi. Her şey sorunsuz bir şekilde ilerlerken, doğdukları gün yalnızca bir defa kucağıma alabildiğim kızımı birkaç saat sonra toprağın altına koyduğumda, dünya üzerinde daha büyük bir acının olamayacağını anlamıştım. Defne o günden sonra hâlâ toparlanabilmiş değil. Canımız, Alâ'mız, daha doğduğu gün o kara toprağın altına girdiğinden beri karım kendine gelemedi. Aradan koskoca otuz bir yıl geçti ama biz hâlâ ilk günkü gibi güzel bebeğimizin yasını tutuyoruz. Alâ'yı yalnızca en büyük oğlum Kartal hatırlıyor, her ölüm yıl dönümünde, yani Alp'in doğum gününde onlar eğlenirken biz üçümüz hem onların mutluluğuna ortak oluyoruz hem de kızımız için yas tutuyoruz.
Derler ki, birini kaybettiğinizde içinizde kırk mum yanar; zamanla otuz dokuzu söner ama o bir tanesi sonsuza dek içinizde yanmaya devam eder.
Kartal'ın bir küçüğü Barkın, o zamanlar üç yaşındaydı. Aslında ikiz kardeşleri olacağının farkındaydı ama o Alâ'yı unuttu. Alp'e zaten hiç söylemedik. Böyle bir acıyla daha biz başa çıkamazken, dokuz ay boyunca aynı rahmi paylaştığı kardeşini doğdukları gün kaybettiğimizi ona söyleyemedik. En küçük oğlumuz Efken'in de hiçbir şeyden haberi yok.
Allah bize bir daha kız çocuğu nasip etmedi. Efken'in doğumuyla Defne biraz olsun kendine gelebildiyse de onun acısı hepimizinkinden büyük, bunun farkındayım. O, çok istediği kızını bir kez olsun kucağına alamadı, kokusunu bile bilmiyor. Hâlâ her yıl o gün geldiğinde mezarı başında bana kızımızın kokusunu anlattırır.
Biz bu acıyla başa çıkmayı öğrenemedik. Şimdi, bir kez daha ölüm gerçeğiyle yüzleştiğimde aslında insanoğlu olarak ne kadar da aciz varlıklar olduğumuzu fark ediyorum. Ölüm hep vardı ama biz onu göz ardı ettik.
Evimizin bahçesindeki üstü açık çardakta öylece oturmuş karşımdaki ağacın kalın gövdesini izliyordum. Bir anlamı yoktu bu hareketimin. Yalnızca daldığım düşünce denizinde kendime tutunacak bir dal arıyordum. Orada ne kadar süre öylece hareket etmeden oturdum bilmiyorum ama Defne'nin yaklaşan adım seslerini duyduğumda başımı omzumun üzerinden arkama doğru çevirdim.
"Burada bir başına ne yapıyorsun hayatım?" Sesi, dünyanın en güzel melodisi gibiydi. Acaba kızımız yaşasaydı ona mı benzerdi yoksa bana mı? Bu sorunun cevabını hiçbir zaman bilemeyecek olmak canımı çok yakıyor.
Sıkıntılı bir nefes verip, "Düşünüyorum bir tanem." dedim yalnızca. İki büyük adımda yanıma geldi ve parmakları arasında tuttuğu saman sarısı zarfı bana uzattı. Kaşlarımı çatarak zarfı incelemeye başladığımda boşta olan elini omzuma koydu ve destek vermek istercesine sıktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AHGER
Teen FictionBen Alâ. Alâ Karakurt. Alacalı değil, simsiyah Alâ. Otuz bir yaşında, Özel Kuvvetler mensubu bir Türk subayıyım. Hayat bana öylesine acımasızca davranmıştı ki daha doğar doğmaz ebeveynlerim tarafından üzerimde incecik bir battaniyeyle ve yanıma kon...