Biz geldiikk siz de hoş geldiniz! Arayı biraz açtık farkındayım. İş yoğunluğu ve diğer şeyler üst üste binince böyle oldu. Bu sebeple bölüm günü belirlemeyi düşünmüyorum. Ne zaman yazabilirsem atarım diyorum, düzensiz düzenimiz bu şekilde devam etsin bence. Yorumlarınızı sabırsızlıkla bekliyorum. Asil | Gerçek Ailem'in de yayımlanan son bölümüne uğramayı unutmayalım. Hikâyeye lunabne bebeğimin hesabından ulaşabilirsiniz. Keyifli okumalar dilerim.
☪17. Sarmaşık Yeşili
Ayaz Böke
Parmak uçlarım aramızda bir uçurum gibi uzanan camın soğuk yüzeyine değdiğinde, içimi saran ürpertiye göz kapaklarımın anlık olarak kapanması eşlik etti. Uzansam, dokunabileceğim kadar yakındı ama dokunsam ulaşamayacağım kadar da uzaktı. Aradan geçen yıllar içerisinde bu duruma alışabildiğimi sanmıştım, meğerse ne büyük bir yanılgıya kapılmışım, nasıl da kandırmışım kendimi.
Alâ'dan haber alamadığım ve hatta herkesin o operasyonda onun da şehit olduğunu düşündüğü zamanlarda bile hep bir şekilde varlığına tutunup idare etmiştim onsuz kalmayı. İki yıl boyunca dağlarda bıraktığı mesajları takip etmiştim ve kimse anlamasa da ben hep bilmiştim iyi olduğunu. Ne kadar iyi olunabilirse tabii.
İki yıl önce o gün onu bulduğumda hâlâ nefes alan bir et bedenden ibaretti, ruhu çekilmişti sanki. Kıpkırmızı olmuş karların üzerinde kardeşlerim dediği, onun için aile kavramının karşılığı olan silah arkadaşlarından geriye kalan parçaların üzerine kamuflajının montunu örtmüş, öylece uzanıyordu yanı başlarında. Ben o gün, onun da gittiğini düşünmüştüm tepeye ilk çıktığımızda. İçimde büyüyen korku yanına ulaşıp gözlerinin açık olduğunu görene kadar yiyip tüketmişti benliğimi. Gözleri açıktı ancak öylesine boş bakıyordu ki aylar önce gördüğüm kadına hiç benzemiyordu. Ben onu ilk defa böylesine yıkılmış bir halde görmüştüm.
O günkü boş bakışları ve yüz ifadesi gözlerimin önüne geldiğinde kapattığım göz kapaklarımı araladım tekrar. Şimdi karşımdaydı ama o kadar cansız duruyordu ki kalbim sızlıyordu. Asil'i kurtarmalarının ve Alâ'nın vurulmasının üzerinden tam bir hafta geçmişti. Bir haftadır o yatakta vücuduna bağlanmış onlarca kablo ile yatıyordu. Kendi başına nefes bile alamıyor oluşu benim aldığım nefeslerin boğazıma dizilmesine neden oluyordu.
Bakışlarımı ondan ayırıp omzumun üzerinden arka tarafa baktım. Kartal duvarın dibine konumlandırılmış sandalyelerden birinde başını geriye atmış, kollarını göğsünde birleştirmiş bir vaziyette uyuyakalmıştı. Bir hafta önce buraya geldiğinden beri hastanenin dışına adım atmamıştı. İlk günlerde o kadar dağılmış görünüyordu ki bunun kendisine zarar verdiğini fark edemese de ben görüyordum. Onu anlıyordum da ve hatta yeryüzünde onu benden daha iyi anlayabilecek kimse yoktu belki de. İkimizde aynı yerden yaralanmıştık çünkü.
Gözlerimi onun da üzerinden çekip, koridorun diğer ucunda ayakta dikilen ve boş bakışlarla etrafı gözetleyen Cihan ve Akın'a çevirdim. Yorgun ve bitik duruyorlardı ama olası bir tehlike durumu ihtimali için de tetiktelerdi aynı zamanda. İlk gün onları dinlensinler diye göndermiştim ama hepsi sabahında geri dönmüştü. İkinci günün sonundaysa Şahin Albay'ın talimatıyla karargâha dönmek zorunda kalmışlardı. Artık sadece dönüşümlü olarak nöbete gelebiliyorlardı buraya. Asil göreve dönmüştü ancak Ülküm izinliydi ve şu an nerede olduğunu dahi bilmiyordum. Hainin peşindeydi, bundan emindim fakat hepimizi kendisinden uzaklaştırıp tek başına bu yükü sırtlanması bir kez daha tüm gerçekleri vuruyordu yüzüme. Kardeşimi koruyamamıştım ve bu defa en büyük kaybı o yaşamıştı. Şimdi ise o bizi konudan uzak tutup korumaya çalışıyordu. Derin bir iç çekiş eşlik etti düşüncelerime. Bende gündüzleri karargâha gidip işimi yapıyor, akşam olduğunda soluğu bu camın önünde alıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AHGER
Teen FictionBen Alâ. Alâ Karakurt. Alacalı değil, simsiyah Alâ. Otuz bir yaşında, Özel Kuvvetler mensubu bir Türk subayıyım. Hayat bana öylesine acımasızca davranmıştı ki daha doğar doğmaz ebeveynlerim tarafından üzerimde incecik bir battaniyeyle ve yanıma kon...