Hoş geldiniz! Öncelikle söylemeliyim ki, bu yeni bölüm değil ancak bir özel bölüm. Bugün takvimler 25 Ekim'i gösteriyor ve bugün Alâ ve Alp'in doğum günü. Bunun için özel bölüm yazmak istedim. Birazdan okuyacağınız satırlarda, ikisinin de beşinci yaşlarına girdikleri geceleri okuyacağız. Yorumlarınızı bekliyorum, beni çok etkileyen bir bölüm oldu.
Bölüme geçmeden önce söylemek istediğim birkaç şey var.
Alacalı Alâ'm, iyi ki doğdun, iyi ki zihnimde var oldun. İhtiyacım olan gücümü senden alıyorum ve bu çok güzel hissettiriyor. Her ne kadar sen varlığını silmek için büyük bir çaba içerisinde olsan da ben hep seni var edeceğim zihin köşkümde. Simsiyah olduğunu düşünüyorsun ama renklerin olduğuna seni inandıracağım ve bu bizim masalımız olacak. Bir kez daha iyi ki doğdun!
Alp, seni henüz tanımıyorlar ama çok az kaldı. Sabret. Seni en az benim kadar seveceklerine eminim. Seni ben yazmıyorum, sen kendini yazdırıyorsun. Her karaktere hükmedebiliyorum ama sıra sana geldiğinde hiçbir şey benim elimde değil. Bundan rahatsız olmalıyım belki de ama çok mutlu oluyorum. İyi ki sen! İyi ki doğdun!
Keyifli okumalar dilerim.
🍁
Belki, Başka Hayatlarda
25 Ekim 1996, Alâ 5 yaşında
Küçük kız çocuğu soğuktan titreyen bedenini koruyabilmek adına üzerindeki eskimiş ve yer yer yırtılmış olan ince battaniyeye daha çok sarıldı. Minik elleri dışarıda kaldığı için buz gibi olmuştu ve nefesleri de artık onu ısıtmaya yetmiyordu. O yaştaki bir çocuğun kendi nefesleriyle ellerini ısıtabildiğini keşfetmesi değil de anne ve babasının göğsüne sokulup nazlanması gerekiyordu ama Alâ bunu hiçbir zaman yaşayamamıştı.
Dişleri birbirine vurmaya başladığında içli bir nefes çekti içine. Bazen durur düşünür, anne ve babasının neden onu terk ettiğini bulmaya çalışırdı. İlk zamanlar anne baba kavramının dahi ne olduğunu bilmiyordu. Sanki hayat, bu dört duvar arasından ibaretti ve dünya üzerindeki tüm çocuklar bu duvarlar arasında büyüyüp dışarıda akıp giden hayata karışıyorlardı. Bunun böyle olmadığını ailesi öldüğü ve başka da kimsesi olmadığı için yetimhaneye bırakılan on yaşlarındaki bir çocuktan öğrenmişti.
Çocuk, haftalarca hiçbir şey yapmadan ağlamış ve sadece annemi istiyorum demişti. Alâ o zamanlar üç yaşındaydı ve anne kelimesinin karşılığı onda yoktu. Bir gece yine o küçük çocuk ağlarken çekingen adımlarla yanına gitmiş ve onunla konuşmaya çalışmıştı. Çocuğun anlattıklarını duydukça içinde hâlihazırda var olan boşluk daha çok büyümüş ve onu terk edildiği gerçeğiyle yüzleştirmişti. O günden sonra her akşam o çocuğun yanına gitmiş ve anne babasını ona anlatmasını istemişti. Çocuk mutlu anılarını onunla paylaşırken Alâ, çocuğun yanında tebessüm ederek onu izlemiş ve o çocuğun yerinde kendisinin olduğunu hayal etmişti. Gece olup uyumaya gittiğinde ise yatağında dizlerini karnına çekerek yatıp içli içli ağlamıştı. Her gece...
Aradan geçen iki yılda yine hep o çocuğu dinlemiş ve neden terk edildiğini bulmaya çalışmıştı. Çok mu çirkindi? Hasta mıydı? Onu neden istememişlerdi ki?
Cevabını bulamadığı her soru zihninde büyüyüp benliğini tüketiyordu ancak küçük kız bunun farkında bile değildi. İlk olarak aklına çirkin olduğu için onu istemedikleri gelmişti. Beraber kaldığı bütün çocukların yanına tek tek gidip, sence ben çirkin miyim, ailem beni bu yüzden istememiş olabilir mi, diye sorduğunda kimisi ona gülmüş, kimisi de acıyan gözlerle bakmıştı. Simsiyah saçları ve parlak yeşil gözleri vardı. Belki de yetimhanedeki en güzel kız çocuğu kendisiydi ama bunun farkında bile değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AHGER
Novela JuvenilBen Alâ. Alâ Karakurt. Alacalı değil, simsiyah Alâ. Otuz bir yaşında, Özel Kuvvetler mensubu bir Türk subayıyım. Hayat bana öylesine acımasızca davranmıştı ki daha doğar doğmaz ebeveynlerim tarafından üzerimde incecik bir battaniyeyle ve yanıma kon...