12. Bir Devrin Başlangıcı

9.2K 585 251
                                    

Hoş geldiniz! Bu bölümle birlikte, lunabne ile bir süre paralel ilerleyecek kurgularımız. Olaylar aynı temele dayansa da Asil tarafını Asil | Gerçek Ailem hikâyesinde, Koral tarafını da Ahger'de okuyacaksınız. Umarım beğenirsiniz. Keyifli okumalar dileriz.

12. Bir Devrin Başlangıcı

Albay ile yaptığımız konuşmanın ve birbirimize vedamızın ardından birkaç saat daha aynı bankta oturmuş ve öylece boşluğu izlemiştim. Kaç ölü izmarit eşlik etti zihnimin içindeki savaşa sayamadım. En sonunda gün yerini geceye bırakıp, karanlık siyah pelerinini yeryüzünün üzerine örttüğünde oturduğum yerden doğrulup, saatlerce aynı pozisyonda hareketsiz durmaktan dolayı uyuşmuş bacaklarımı esnettim ve bahçede birkaç tur attıktan sonra alay binasına girdim.

Koridorlar boştu. Askerler ya evlerinde ya da yatakhanelerde olmalıydılar. Yalnızca nöbetçiler vardı bu saatte ayakta olan. Karşılaştığım askerler durup selam verdiklerinde, selamlarını ufak bir baş hareketiyle alıp ilk geldiğimde üzerimi değiştirdiğim odaya yönlendirdim adımlarımı. Hızlı ve sert adımlarımdan dolayı boş koridorda postallarımdan çıkan ses ürkütücü bir hava katıyordu ama bunu umursamadım ve odanın önüne geldiğimde cebime attığım anahtarı çıkarıp kapıyı açtım ve içeri girdim.

Albay'ın benim için ayarladığı eve gidip eşyaları almama gerek yoktu çünkü zaten hiçbiri bana ait değildi. Ankara'ya gitmeden önce yanıma aldığım eşyalardan birkaç parçayı arabanın bagajında bırakmıştım ve onlar da beni bir süre idare ederdi. Zaten sürekli karargâhta olacağım için de sivil kıyafete ihtiyaç duymazdım genelde.

Eğitimlerde giydiğimiz kıyafetlerden bir takım çıkarıp yatağın üzerine bıraktım ve üniformamı çıkarıp özenle askısına yerleştirip dolaba kaldırdım. En kıymetli varlığım üniformam ve silahımdı. Bu dünya üzerinde başka bir şeye ihtiyaç duymuyordum zaten. Eşofmanları üzerime geçirip, silahımı başucumdaki komodinin üzerine bıraktıktan sonra yorgun bedenimi odanın diğer bir köşesindeki tek kişilik yatağa attım ve bir süre öylece durup tavanı izledim. Yine bir savaş meydanının ortasında kalmak istemediğimden dolayı gözlerimi ağır bir hareketle kapatıp kendimi uykunun huzursuz kollarına bıraktım.

Kan ter içinde ve yattığım yerden sıçrayarak uyandığım bir uykunun ardından komodinin üzerindeki telefona uzanıp saate baktım. Üçe geliyordu. Çok kısa uyumuştum ama daha fazlası zaten mümkün olmuyordu. Ne zaman başımı yastığa koysam, o yastık bir süre sonra mezar taşına dönüşüyor ve kendimi hep aynı günü yaşarken buluyordum.

Zordu, bu şekilde hayata devam etmek zorunda kalmak, geride kalan kişi olmak, yas bile tutamamak zordu. Utanıyordum. Mezarlarına gitmeye bile utanıyordum. Benim emrim yüzünden orada kalmışlardı ve benim yüzümden...

Sertçe başımı iki yana sallayarak yattığım yerde doğruldum ve hızlıca yataktan kalkarak kendimi dışarı attım. Adımlarım beni bahçeye ulaştırdığında başımı gökyüzüne doğru kaldırarak derin bir nefes aldım ve gözlerimi sımsıkı kapattım. Aldığım nefes bile acı veriyordu. Geçmiyordu, geçmeyecekti ve ömrümün sonuna kadar bu acıyla yaşamak zorunda kalacaktım, bunu da biliyordum. Odadan çıkmadan önce aceleyle yanıma aldığım sigara paketinden bir dal çıkarıp dudaklarımın arasına yerleştirdim ve ucunu ateşleyerek derin bir nefes çektim içime. Uzun zamandır aç olduğumdan dolayı aldığım ilk nefesin ardından tüm vücudumda anlık bir uyuşukluk hissetmiştim. Hafif bir baş dönmesi de buna eşlik ettiğinde sırtımı duvara yaslayıp başımı önüme eğdim ve sessizce sigaramı içmeye devam ettim.

AHGERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin