4- Prensin nefreti

1.2K 171 263
                                    

Daha önce binlerce kişinin beni sevdiğini ve ne olursa olsun beni koruyacaklarını babama yemin olarak sunduklarını duymuştum. Sırf kralın oğlu olduğum için yalandan da olsa sevgi tezahüratlarıyla büyümüştüm yıllarca. Babamla ve Jongin'le beraber çıktığım tüm o anlamsız ve değersiz törenlerde halktan onlarca alkış almıştım. Fakat yalan da olsa bunca zaman tüm bu sözleri duymaya alışarak geçirmiştim yıllarımı. Önümde eğilip bana olan bağlılıklarını itiraf edenlerin arkamdan ne kadar deli ve kaderini riske atan sorumsuz bir prens olduğumu konuştuklarına birebir şahit olmuştum. Yine de sevilmediğimi, nefreti hak edecek bir şey yaptığımı hiçbir zaman tam olarak hissetmemiştim. Ta ki bugüne kadar.

Kralın hükmünün ardından alınan kararı kutlamak için halkın arasında yalandan bir tören düzenlemişlerdi. Parmağımda ağırlık yapan Park Hanedanlığının yüzüğünü kutluyorduk halk ile. Benim için fazla saçma fakat bir o kadar eğlenceli bir gündü. Çünkü hala şaşkındım ve babamın da bu karardan ne kadar mutlu olduğunu görmek şaşkınlığımı gizlemem gerektiğini düşündürüyordu. Bana ilk defa işe yaramışım gibi bakmıştı bu gece. Sahi, Hanedanlığımızı kurtarmıştım değil mi? Bu gece babamdan mutlusu yoktu.

Babamın tam aksine ise Park Chanyeol'den mutsuzu yoktu. Başında oturduğumuz masada arada bir yüzüne baktığımda ne kadar çaresiz ve üzgün göründüğünü fark etmiştim. Meclisten sonra ise kutlamaya kadar hiç görmemiştik birbirimizi. Sadece hazırlanmak için bir yerlere sürüklenmiştim. Ve şimdi ise onunla kalabalık bir masanın başında yan yana oturuyorduk. Ne kadar yabancıydık birbirimize. O yüz ifadesiyle mutsuzluğunu tamamen haykırıyordu, ben ise babamı mutlu ettiğim için mutluydum. Birbirimize bu kadar zıtken kimleri kandırıyorduk böyle. Önümüzde bize naralar atan halkın bir kez bile yüz ifadelerimizi incelemedikleri çok belliydi.

Nişan kutlamalarının sonlanmasının ardından odama çekilmek üzere Minseok'la ve birkaç muhafızla saraya doğru yol almıştım. Chanyeol ise muhafızların eşlik etmesine karşı çıkıp tek başına bir yere gitmek için uzaklaşmıştı. Birkaç defa arkamı dönüp baksam da fazla meraklı görünmek istemediğim için sonunda önüme dönmek zorunda kalmıştım. Babam ve Jongin odalarına çekilmeden önce iyi geceler dilemiş ve nişanımı bir kez daha tebrik etmişlerdi. Odama girdiğim sırada gecenin tüm kasveti öylece vurulmuştu yüzüme. Korkunç hissediyordum.

Minseok'un söyleyeceklerini beklemeden önce ben konuşmaya karar verdim ve pencerenin önüne yaklaştım. "Yalandan bir nişan kutlaması istemiyorum senden," dedim. Derin bir nefes almış, rahatlar gibi omuzlarını düşürmüştü. "Bu karar yüzünden dehşete düşen iki kişiden birisin, biliyorum." Pencereye döndüm ve dikkatlice izledim şehri. Her yer çok karanlık olsa da yürüyen insanları ayırt edebiliyordum.

"Diğeri de sen olmalısın." Karşıma geçip derin bir iç geçirdi. Halime acır gibi baktığını görünce tekrar pencereye dönmüştüm. Diğeri ben olmak isterdim fakat değildim. Bu yüzden de fazlasıyla huzursuzdum zaten. "Pekala, şimdi sadece geleceğe odaklanalım ve bize verdikleri dokuz ayı planlayalım. Önümüzde uzun bir zaman var değil mi?"

"Hmhm..." Sözleri rahatlatmış gibi başımı salladım. Tam alaya almak üzereyken dışarıda gördüğüm görüntü dikkatimi dağıtmıştı. Park Chanyeol'ün babasının arkasından keskin adımlar attığını ve ona dil dökerek saraya doğru yürüdüğünü görmüştüm. Babası ise Chanyeol'ü pek umursuyor gibi görünmüyordu. "Bütün bunları planlamadan önce bu gece beni rahat bırakmaya ne dersin?" Önüme döndüm ve perdeyi kapatıp yatağımın karşısındaki dolaba ilerledim. İçinden pelerinimi alıp giyindikten sonra başlığı kafama geçirdim. Minseok'un endişeli bakışlarına dönüp yalvarırcasına baktım. "Sadece biraz hava almak ve bugün olanlarla yüzleşmek istiyorum. Lütfen."

The Curse of Cornelius || chanbaek [mpreg]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin