Medya: Baekhyun'un kolyesi.
Y/N: Başlamadan önce 10k uyarısı vereyim... Özleşmişiz de biraz... Yorumlarda buluşalımmm💘
***
Üzerimdeki ağırlığın bedenimi ele geçiren güce ait olup olmadığını bilmiyordum. Hareket edemiyor, bağırıp çağırmak istesem bile dudaklarımı aralayamıyordum. Üzerimdeki yüke rağmen çok üşüyordum. Beni taşıyan atın topuk sesinden, tekerleğin toprağın üzerinde yavaş yavaş kayışından başka hiçbir şeyi işitemez olmuştum. Daha önce hiç hissetmediğim kadar güçsüz, ağrılı hissediyordum. Ve üzerimde hiç yara yoktu.
"Bırak," dedim gücümün son damlalarını kullanarak. "Bırak beni." Ellerimi zor da olsa üzerinde bulunduğum arabanın demirlerine tutundum ancak o kadar güçsüzdüm ki parmaklarımı bile kenetleyememiştim.
Hiçbir şey söylemeden üzerimden attığım ağır battaniyeyi düzeltti ve atı sürmeye devam etti. Kısılan gözlerimle acımasız ifadesine baktım. Bu kadar öfkelenmesini sağlayacak ne yapmıştım? Bana neden bu işkenceyi yapıyordu? Daha mühimi kimdi o? Yüzünü gördüğüm halde kim olduğunu bir türlü hafızamda oturtamıyordum ama canımın acısına bakılırsa gerçekten değer verdiğim biriydi.
"Uykun mu geldi?" Kendimi sessizce yolu dinlemeye odaklamışken o çok tanıdık olan sesini duydum. İmayla baktı yüzüme ve sırıtmaya başladı. "Cornelius'a yaklaşıyoruz," dedi. "Direnme, uyu."
"Hayır." Bu durumu ne kadar inkar etmeye çalışsam da nefesime iğne gibi batan bir güç sayesinde yerimden bile kıpırdayamıyordum. "Uyuyamam..." Mırıldanmaya, kendimi uykuya teslim etmemeye çalışıyordum. Ancak çabalarım nafileydi. Beni neyin beklediğini biliyordum.
"Merak etme, çok kısa bir süre sonra kocana kavuşacaksın."
"Dur," diye inledim ayağımla güçsüz bir şekilde onu dürterken. Yerinden bile kıpırdamamıştı. "Geri dön, lütfen. Bizi öldüreceksin."
"Farkındayım." Gayet memnun bir ifadeyle baktı yüzüme. Atın dizginlerini hafifçe serbest bıraktığında yavaşladığımızı hissetmiştim. "Ve amacım tam olarak bu."
Acımasızlığının karşısında sertçe yutkundum. Zaten kısık olan gözlerim gözyaşlarım sayesinde buğulaşmaya başlamıştı. Onu göremiyordum. "Dost olduğumuzu sanıyordum," dedim. Cornelius'a yaklaştıkça gücümü kaybediyordum.
Karşılığında hiçbir şey söylemedi. Birazdan atın durduğunu hissetsem de başımı kaldıracak kadar güçlü hissetmiyordum kendimi. Arabadan atlayarak indi ve atla ilgilenmeye başladı. Uzun bir süre uğramadı yanıma. İçinde bulunduğum durum sinirlerimi bozuyordu. Ne uyuyabiliyor ne de uyanık kalabiliyordum. Kalbimin acısı bütün bedenimi ele alıyor gibiydi.
Uzun bir süre hareketsiz bir şekilde kaldım olduğum yerde. Yanıma geldiğini hissettim. Üzerimdeki battaniyeyi aşağı indirdi. Gözlerimin içine nefretle bakmaya başladı. "Birazdan ebedi bir uykuya dalacaksın," dedi. Sözlerinden Conelius'un sınırlarına ulaştığımızı anlamıştım. "Hanginizin önce öleceğini bilmiyorum ama ikiniz için de üzgünüm." Kıvrımlarından tuttuğu battaniyeyi biraz daha aşağı çekti. O anda ikimizden kastının ne olduğunu anlamıştım.
Gözlerime doğru eğildi. Gördüğüm son şeyin onun gülümseyişi olmasından nefret etmiştim. "Ve anneni öldürdüğüm için de," diye tamamladı sözlerini. Annemi öldürdüğü itirafını son anıma sakladığı için onun acı çekerek ölmesini dilemiştim.
***
"Baekhyun, lütfen uyan." Korkunç bir kabustan uyanmanın ne demek olduğunu bilmediğim için Chanyeol'ün sesini duysam da kendimi bu yükten alamıyordum. Terden sırılsıklam olduğumun, sürekli titrediğimin farkındaydım. Chanyeol'ün dokunuşları bile sakinleştiremiyordu beni. "Beni korkutuyorsun. Lütfen, lütfen uyan. Baekhyun!" Yanaklarımda sertçe gezinen parmaklarını kavradım. Ikınmaya, derin nefesler alıp vermeye devam ediyordum. "Zaira, acele et!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Curse of Cornelius || chanbaek [mpreg]
Fiksi PenggemarBen on krallığın onuna da tek başıma ve silahsız bir şekilde meydan okuyabilecek kadar deli, kendi halkını vergi artışı nedeniyle grev için galeyana getirecek kadar gamsız, turnuvalardan turnuvalara koşup prensleri birbirine düşürecek kadar korkusuz...