Tanrının varlığına ve gücüne inanıyordum. Bir yerlerde bizleri var eden, koruyan bir güç vardı. Başım ne zaman sıkışsa o güce sığınır, Tanrı'ya beni kurtarması için yalvarırdım. Ancak düşünüyordum da başımın dertte olmadığı zamanlarda hiç iyi oluşuma şükür etmemiştim. Tanrı'yı sadece ihtiyaç duyduğumda anıyordum. Belki de bu yüzdendi bütün bu yaşadıklarım. Bana varlığını hatırlatıyor, beni kendi yöntemiyle cezalandırıyordu.
Son zamanlarda başıma gelen en güzel şey yaşadığım aşktı. Chanyeol'ün varlığı her geçen gün iyi ki var olduğumu hissettiriyordu. Bu yüzden bilinçsizce sık sık Tanrı'ya onu bana verdiği için teşekkür ediyordum. Şimdi de karanlık bir mağaranın ortasında, sıkışmış bir halde beni onunla son bir kez daha buluşturması için dua ediyordum. Ne olurdu sevgilime bir kez daha doya doya sarılsaydım? O baharı anımsatan kokusunu bir kez daha içime çekseydim, olmaz mıydı? Sonra ölmeye de, ölümden sonrasına da razıydım.
Saatlerdir çömeldiğim yerde düşündüklerimin haddi hesabı yoktu. Evet, korkudan kafayı yememiştim, doğruyu söylüyordum. Mağarada kısılıp kalmamın üzerinden saatler geçmişti. O kadar uzun zamandır burada kurtarılmayı bekliyordum ki kafayı yememe ramak kalmıştı. Üstelik mağaraya kapandığımda bana Cyrus diye seslenen o sesten eser bile yoktu. Kim bilir, o da beynimin bir uydurmasıydı. Ses duydum diye kendimi kandırıp merakıma yenik düşmüş ve başıma iş açmıştım. Aptalın tekiydim, bu zekayla insanlara nasıl krallık edecektim?
"Kimse yok mu?" Yerimde oturmamın beni kurtarmayacağı kanaatine varınca hiçbir işe yaramayacağını bildiğim halde yine olmayan kişilere seslenmeye karar vermiştim. Yavaşça yerimden kalktım ve karanlığın içinde bir ışık aramaya çalıştım. Durup dururken mağaranın birini araştıracağım diye Chanyeol'e bile karşı gelmiştim. Bu karanlıkta ne halt edeceksem artık. "Burada birileri var, hissediyorum!" Hadi ama, kime meydan okuyordum. Korkudan hayal görmeyeyim diye kendi kendime bir şeyler yaratıyordum işte.
Korkularımı bir kenara bırakırsak gerçekten mağaranın içinde beni gizlice izleyen birileri varmış gibi hissediyordum ve bu his beni ölümüne korkutuyordu. Diğer yandan kendimi cesaretlendirmek, Byun Baekhyun olduğumu kendime hatırlatmak istiyordum. Kimsenin karşısında bu kadar kolay yenilemezdim. Ben Meldreth'tan doğma, Cornelius'un ikinci kralıydım. Kimse gücümü hafife alamazdı.
"Her kimsen sana sesleniyorum!" diye bağırdım sesimin çıkabildiği en yüksek notaya ulaşırken. Sehun'dan hiç ses yoktu. Belki de yardım çağırmak için çoktan beni bırakıp gitmişti. "Ben Cornelius'un kralıyım! Beni burada tutsak edemezsin!" Yerimde dönmekten ve bağırmaktan başka bir halt yapamıyor olsam da bağırmak bana iyi geliyordu sanki. Ayağımın altındaki taşlara bir takılıp düşersem Cornelius'un kralı olmayı görürdüm ama benimki de deli cesaretiydi işte. Zifiri karanlıkta olmayan birilerine meydan okuyordum.
"Ben Park Chanyeol'ün kocasıyım!" diye bağırdım bu sefer. Belki bu kart işime yarardı. "Nerede olduğumu biliyor! Buradan çıktığımda bana bunu yapanları rahat bırakmayacaktır! Eğer merhamet etmemi istiyorsan hemen şimdi bana kendini göster!"
Yararı yoktu. Kulağımı deli gibi rahatsız eden o kuş cıvıltılarını bile öyle özlemiştim ki sinirden çöküp ağlayacaktım şimdi. Bağırıp durmamın nefesimi tüketmekten başka bir işe yaramadığını kabul edince tekrar yere çömelmiş, dizlerimi kollarımla sarmalamıştım. İçeriye doğru sızan çok ufak bir delik sayesinde nefes alabiliyordum. Gerçi içerisi toz duman olmuştu ama beni pek zorlamıyordu. Ya da öyle çok korkuyordum ki nefes alamadığımın farkında bile değildim.
Başımı dizlerime koymuş kurtarılmayı beklerken istemsizce bugün olanları düşünmeye başlamıştım. O adamın laneti yüzünden bu halde olabilir miydim? Yok canım! Daha üzerinden birkaç saat geçmişken lanetine uğramam ne tür bir şey olurdu ki? Tanrı tarafından kutsanmış biri olması gerekirdi, ancak öyle kabul edebilirdim böyle bir şeyi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Curse of Cornelius || chanbaek [mpreg]
FanfictionBen on krallığın onuna da tek başıma ve silahsız bir şekilde meydan okuyabilecek kadar deli, kendi halkını vergi artışı nedeniyle grev için galeyana getirecek kadar gamsız, turnuvalardan turnuvalara koşup prensleri birbirine düşürecek kadar korkusuz...