Atıp atmamak arasında çokça gidip geldiğim bir bölüm oldu. Tatmin olduysanız yorumlarınızla belirtmeyi unutmayın lütfen. Bir de lütfen oy atmayı unutmayın ki ben de okumayı bıraktığınızı düşünmeyeyim, şevkim kırılmasın🫠 Son olarak 11k uyarısı yapıp sizi bölümle baş başa bırakıyorum, iyi okumalar✨
***
"Yejun nerede?" Koşuşturmanın arasında oğlumu kaybettiğim için yiyeceğim bir ton azarı şimdiden duyabiliyordum. Gerçi bu Yejun'un bizi ilk paniğe sokuşu değildi ama bu sefer sarayın dışında olduğumuz için ciddiye almıştım.
"Yejun'u gördünüz mü?" Yolun ortasında kimi görüyorsam durdurup oğlumu soruyor ve olumsuz yanıt alıyordum. Pazar yeri fazlasıyla kalabalıktı ve göz gözü görmüyordu. Oğluma ısrarla yanımdan ayrılmamasını söylediğim halde yine yapacağını yapmıştı.
"Yejun! Neredesin oğlum?" Etrafı aramaya çıkan muhafızların eli boş bir şekilde döndüklerini görünce daha büyük bir sesle bağırmaya başladım. İnsanlar da prenslerinin kaybolduğunu öğrenince paniğe kapılmış ve Yejun'u aramaya başlamışlardı.
"Buradayım babacığım!" Minik ellerinin arasına sıkıştırdığı otları bana göstere göstere önüme çıktığında panikle eğilmiş ve boylarımızı eşitlemiştim. Tam olarak nereden geldiğini bile anlayamamıştım. "Çiçek topladım." Ona sarılmaya çalıştığımda geri çekilip inatla avuçlarına sıkıştırdığı otları gösterdi. Başımdaki muhafızlara göz atıp önüme döndüm ve panik halimden kurtulmaya çalıştım.
"Park Yejun, sana yanımdan ayrılmamanı söylemiştim." Gözlerinin önüne dökülen saçlarını toparlayıp kulak arkasına ittim. Saçları iyice büyümüştü. "Bir dahaki sefere bana söyle, nereye gitmek istiyorsan beraber gidelim, tamam mı?"
"Tamam." Usulca başını sallayıp tekrar parmaklarının arasına sıkıştırdığı otları önümde sergilediğinde gülmüştüm. Çiçekten çok otun olduğu minik bir buketi inceleyip yorum yapmamı istiyordu.
"Bu çiçekler kime bakalım?" Toprak bulaşan parmaklarını temizlemeden önce yaptığı buketi aldım ve başımdaki muhafızlardan birine uzattım. Cebimden mendilimi çıkarıp parmaklarını silmeye başladığımda itiraz etmeden beni takip etmişti.
"Seoyun'a topladım. Baba, biraz daha toplayabilir miyim?" Heyecanlı bir şekilde geldiği yönü gösterip yerinde zıplamaya başladı. Gösterdiği yere bakıp başımı iki yana salladım ve koltukaltlarından tutarak kucağıma çıkardım. Bataklığın etrafında çiçek toplayacak kadar cesur olması bazen beni korkutuyordu. "Baba! Lütfen! O çiçekler çok az!"
"Tamam bi'tanem. Sarayın bahçesinde çok daha güzelleri var. Orada toplarız, tamam mı?" Yanağına bulaşan çamuru elimin tersiyle temizleyip üzerini öptüm. İkna olduğunu kollarını boynuma doladığında anlamıştım.
Muhafızlarla beraber saraya geri döndüğümüzde Yejun'a söz verdiğim gibi arka bahçeden biraz çiçek toplamış ve demet haline getirmiştik. Seoyun'un bu sıralar çiçeklere olan ilgisi artmıştı ve Yejun da bunu fark etmiş olmalıydı. Nerede çiçek görse toplamak ve Seoyun'a vermek istiyordu. Biri üç yaşına yeni basmış küçücük bir bebekti, diğeri ise dört buçuk yaşında bir prens. Buna rağmen birbirlerinden kopamayışları ve hep aynı dille konuşabiliyor olmaları güzeldi.
"Baba! Bak, bir sürü çiçek topladım!" Küçücük boyuna yetişebilmek için omuz ağrılarımı görmezden gelerek elini tuttuğum oğlum diğer babasını gördüğü gibi beni bırakıp koşa koşa kollarına atlamıştı. Koridorun ortasında birileriyle konuşan kocamı daha ben fark edemeden bu kadar uzaktan seçip yanına koşması gerçekten şaşırtıcıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Curse of Cornelius || chanbaek [mpreg]
FanfictionBen on krallığın onuna da tek başıma ve silahsız bir şekilde meydan okuyabilecek kadar deli, kendi halkını vergi artışı nedeniyle grev için galeyana getirecek kadar gamsız, turnuvalardan turnuvalara koşup prensleri birbirine düşürecek kadar korkusuz...