6- Vicdan kuşatması

1.3K 167 288
                                    

Beni doğuran babamın ölmeden önce beni yetiştirirken şu anda bile hafızamda güçlü yerlere sahip olan bilgiler verdiğini hatırlıyorum. Bilgili ve cesur bir prens olmam, kardeşimi de o yönde yetiştirmem için çok çaba sarf etmişti. Her ne kadar kral tacını eşit bir şekilde paylaşıyor olsalar da babam devlet işleriyle daha meşgul olandı. Annem ise bizi yetiştirmekle ilgileniyordu. Onu hiç kaybetmeyecekmişim gibi seviyorken daha on dört yaşında, gençliğimin başlangıcında ve en ihtiyacım olduğu zamanda ondan zehirli bir ok yüzünden ayrılmak zorunda kalmıştım.

Ne kadar kayıp yaşarsam yaşayayım acımı içime gömmemi ve her zaman ülkemi düşünmemi bana yine o söylemişti. Ancak ben bu sözü hiçbir zaman tutamamıştım. Sırf ona verdiğim sözün geçerliliği olmasın diye yıllarca deliliğe vurmuş, herkesin gözündeki itibarımı bile isteye kaybetmiştim. Yaklaşık üç yılımı almıştı bu karara varmam. Annem öldükten sonra nereye gitsem insanlar hep ondan bahsetmişti. Bu da hep acı duymamı sağlamıştı. Başta babamın ailesi olmak üzere herkes bunu yadırgadığı için on yedinci yaşımdan sonra değişmeye karar vermiştim. Halkın gözünde kurallara tabii tutulan bir prens olmak, annesinin acısını içine gömmek zorunda olan olgun bir birey olmak istemiyordum. Bir kral olduğu için bunu babam çok iyi becerse de ben yapamıyordum. Bu yüzden böyle delice bir karar aldım ve kendimi değiştirdim.

Nasıl bir değişiklik diye sorarsanız; Başlarda katılmak zorunda olduğum toplantılara gitmemeye, talimleri aksatmaya başlamıştım. Babam tüm bu hareketlerimi ergenlikten gençliğe bir adım olarak yorduğu için de daha da saçmalamaya karar vermiş, bir prense yakışmayacak şeyler yapmıştım. Babama haber vermeden seyahatlere çıkıyordum mesela. Kendi kendime herkesin içinde şarkılar söylüyor, insanlara şakalar yapıyordum. Başta herkes gerçekten delirdiğimi düşünse de tabii tutulduğum bütün sınavlardan geçtiğim için insanların kafası karışmıştı. Böylelikle, yavaş yavaş kendi karakterimin bundan ibaret olduğunu ve prens gibi davranmak istemediğimi herkese kanıtlar hale gelmiştim.

Halkın buna tepkisi pek de fazla olmamıştı. Babamı her zaman teselli etmekte ve beni kendi halime bırakmaktaydılar. Zaten ben kendimi bildim bileli Meldreth halkı hoşgörülü bir topluluktan oluşuyordu. O zaman neden annenin yasını tutmanı garipsediler diye sorarsanız da, dünyanın dengesi buydu. Bazı şeyleri değiştiremediğim için kendimi değiştirmiştim zaten. Bundan da hep memnun kalmıştım. Jongin'in prens tacı için kendini kanıtlama çabalarını gördükçe de kararımın ne kadar doğru olduğuna karar vermiştim. Her ne kadar benim zıttım gibi görünse de bir kardeş olarak Jongin, benim aynımdı. İçindeki çaba, güç, asalet, merhamet ve dahasını kendimle eşleştirebiliyordum. Tabii bunu da sadece Minseok ve ben biliyorduk.

Bu yolda yürürken de asıl amacımı unutmamak için kendi kendime çabalamak zorunda kalmış, daha sonra amacımı anlayan Lord Kwang-u'dan yardımlar almaya başlamıştım. Minseok'un babası bir mareşaldi ve ordusunu güçlendirmekle yükümlüydü. Ancak sorumluluklarını ikiye bölüp benim için daha çok çalışmış, yıllarca bana talim vermişti. O ölünce de görev Minseok'a kalmıştı. Onun da babası gibi saygın ve güçlü bir asker olduğunu düşünüyordum. Tabii biraz da deliydi benim gibi. En yakın dostum olmasındaki en büyük etken beni hiçbir zaman yargılamaması ve her zaman destekçim olmasıydı. Ona çok şey borçluydum.

"Ne düşünüyorsun öyle derin?" diye sordu yanıma gelirken. Masaya kılıcını bırakmış, yanıma sandalye çekip oturmuştu. Babamla bir etkinliğe katılmak için hazırlanmam gerekiyordu ama yerimden kalkacak halim bile yoktu. Minseok'un bunu fark etmesi uzun sürmemişti. "Halmar'dan geldiğimizden beri çok düşüncelisin. Sormak istemiyorum ama senin için endişeleniyorum. Leydi Zaira sana ne söyledi de bu hale düştün?"

Derin bir nefes aldım ve aklıma bir şey gelmiş gibi gülmeye başladım. Minseok akıl sağlığımdan endişe eder gibi bakıyordu, haklıydı. Ona hangi birini anlatacağımı şaşırmıştım. Halmar'dan döneli günler geçmesine rağmen kafam o kadar karışık, kalbim o kadar azapla doluydu ki halsiz düşmüştüm. Tabii insanlar halsizliğimi gördükçe gebe olduğuma iyice inanır olmuştu. Buna müdahale etmemek de benim tercihimdi ve bu tercih kendime olan saygınlığımı düşündürüyordu.

The Curse of Cornelius || chanbaek [mpreg]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin