Siyah Audi arabamı yolun karşısına özensizce park ettiğim gibi el frenini çeker çekmez kemerimi çıkardım ve arabadan indim. Yolun arkasına baktım. Hızla gelip geçen arabaların arasında BHJ plakalı araçların arabamın arkasında konvoy halinde dizilişini eğlenerek izledim. En öndeki siyah Mercedesin arka koltuğundan inen Minseok koşar adımlarla yanıma gelmişti."Baekhyun, delirme lütfen!"
"Akıllı olduğumu kim söyledi?" Tek kaşımı kaldırarak güldüm. Arabadan tek tek inen takım elbiseli adamların kararsızlıkla birbirlerine baktığını görüp derin bir nefes aldım. "Hallet şunları," dedim Minseok'a bakarak. Başı derde girmiş gibi ıkınıp duruyordu.
Binayla aramızda akıp giden trafiği şöyle bir inceleyip deri ceketimi çıkardım ve Minseok'a fırlattım. Beyaz kazağımın kollarını dirseklerime kadar çektikten sonra koşar adımlarla arabaların arasına fırladım. Babamın korumaları arkamda çaresizce beni izliyor ve her adımımda sesli nidalarla beni engellemeye çalışıyorlardı. Tabii tabii... Beni ölümün arasına atlayacak kadar iyi koruyorlardı.
Arabaların arasından ustalıkla sıyrılmayı başarıp karşıya geçtiğimde arkamı şöyle bir dönüp korkakça akan trafiği izleyen korumalara baktım. Elimi havaya kaldırıp sallayarak geri geri adımlar atmaya başladım. Karşıya geçmelerinin imkansız olduğu bir yere arabamı park etmiştim. Onları kaçıncı atlatışımdı, hala daha beni engelleyebileceklerini sanıyorlardı.
Binadan içeri girdiğim gibi danışmandaki görevlilerin beni görmesiyle korkarak doğrulması bir oldu. Hepsi panikle birbirine bakıyor ve beni durdurup durdurmama arasında gidip geliyordu. Bense o kadar alışıktım ki bu manzaraya biraz bile umursamıyordum.
Asansörlere ilerleyip müsait olanlardan birini çağırdım ve açılır açılmaz içine girdim. Kapı kapandığında on yedinci kata bastım. Daha sonra aynadan kendimi şöyle bir kontrol ettim. Canlı pembe saçlarımın az önceki koşuşturma yüzünden dağıldığını görünce toparladım. Kazağımın kollarını düzelttim ve boynumda kaybolan kolyelerimi açığa çıkardım. Onuncu katta duran asansörün kapısı açılınca aynayla olan sefam bölünmüştü.
"Binecek misiniz?" diye sordum korumalarla dolu kalabalığa bakarken. Güvenlik ekibi beni görünce tereddüt etmiş ve birbirlerine bakmaya başlamışlardı. "Kolay gelsin." Asansörün kapanma tuşuna basarken el salladığımda bile müdahale edememişlerdi. Benden korkmalarına bayılıyordum.
Aynaya geri dönüp gözlerimdeki makyajın aktığını fark edince parmaklarımla olabildiğince toparladım. Cebimden rujumu çıkardım ve dudaklarımı tazeledim. Cebime geri sıkıştırmadan önce serçe parmağıma biraz sıkıp yanaklarıma sürdüm. İyice dağıttıktan sonra yüzüme renk getirmenin başarısıyla geri çekildim. Makyajımın tazelenmesiyle asansör yeniden açılmıştı.
"On yedinci kat. Genel kurul katı."
Otomatik bilgilendirme sesiyle birlikte katta indim ve ellerimi ceplerime yarım bir şekilde iterek etrafa bakındım. Uzun koridorda cesur adımlarla ilerlerken herkesin sessizce beni izlediğini fark etmek inanılmaz eğlendiriyordu. Toplantı odasının kapısına geldiğimde Ceo'nun sekreteri Bay Yong tarafından durdurulmuştum.
"Bay Byun... İçeride toplantı var, bölmemenizi rica ediyorum."
Bay Yong'un cesaretini över gibi dudaklarımı birbirine bastırdım ve göz ucuyla adamı süzdüm. "Biliyorum ve ben de toplantı için geldim?"
"Efendim... Lütfen... Dilerseniz önce babanıza geldiğinizi haber edeyim?"
"Babamın böyle bir toplantıya katılmadan önce geleceğimden haberdar olmamasının imkanı yok, endişelenme." Gülerek elimi omzuna bastırdım ve geri çekilmesiyle toplantı odasına ilerledim. İkili kapının önünde dikilen korumalar birbirine bakmış, derin bir nefes almışlardı. En sevmedikleri sınavı bendim ve bunu gözlerinden okuyabiliyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Curse of Cornelius || chanbaek [mpreg]
FanfictionBen on krallığın onuna da tek başıma ve silahsız bir şekilde meydan okuyabilecek kadar deli, kendi halkını vergi artışı nedeniyle grev için galeyana getirecek kadar gamsız, turnuvalardan turnuvalara koşup prensleri birbirine düşürecek kadar korkusuz...